Kadının Mirası ve Eşitlik
İslâm'da kadına, mirasta erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi emredildiği şeklindeki genelleme, mevzuyla ilgili âyetlerin maksatlı olarak bir bütün hâlinde değerlendirilmemesinden kaynaklanmaktadır.
İslâm'ın erkekleri kadınlardan üstün tutup kadın-erkek eşitliğini ihlâl ettiği iddiasının bir mesnedi de mirasta kadına bir, erkeğe iki hisse verilmesidir. Gerçekte ise kadına bir, erkeğe iki hisse verilmesinin erkeği kadından üstün tutmakla hiçbir ilişkisi yoktur. Bilâkis İslâm, Cahiliyetin kendilerine zulüm yaptığı ve haklarını çiğnediği küçük çocukların ve kadınların hukukunu, onlara da mirastan pay vererek koruma altına almıştır. Nitekim bu konuda âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَفْرُوضًا "Ana, baba ve akrabaların miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hissesi vardır. Kadınların da ana, baba ve akrabalarının bıraktıklarında hisseleri vardır. Bunlar az olsun, çok olsun, farz kılınmıştır." (Nisâ sûresi, 4/7)1
a. İslâm'dan Önceki Durum
Cahiliye dönemi Arap toplumunda, kadınlar miras alamıyordu. Hatta kadınlar bir eşya gibi ölünün mirasçılarına intikal ediyordu. Sadece eli silâh tutan, vatanı muhafaza eden büyük erkekler mirasçı olurdu. Ölenin malı en yakınlarından erkek olup harp edebilecek yaşta bulunanlara düşerdi.2 Bununla beraber Medine'deki uygulamada da, sadece bûlûğ çağına ermiş erkekler babalarının mirasçısı olabiliyor, küçük kız ve erkek kardeşleri, hatta anneleri mirasçı olamıyordu.3 Bundan dolayıdır ki; يُوصِيكُمُ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ"Allah size, çocuklarınızın miras taksimi hususunda erkeklerin paylarının, kızların alacağı payın iki katı olmasını emretmektedir." (Nisâ sûresi, 4/11) âyeti inince bu hüküm, müşriklerin hoşuna gitmemiş ve şöyle demişlerdir: "Kadına dörtte bir, ya da sekizde bir, kız çocuğa yarım ve küçük çocuğa da mirastan pay veriliyor. Oysa onlar ne ata binebiliyor, ne de düşmanla savaşabiliyor. Küçük çocuğa da miras veriliyor, oysa çocuk hiçbir işe yaramıyor."4 Bu bakış açısından açıkça şu anlaşılmaktadır ki, o gün insanın değeri iktisadî hayata katkısıyla ölçülüyordu.
Bu mantık Allah'ın farz kıldığı, adalet ve bin bir hikmetlerle yaptığı paylaştırmaya karşı, bir kısım kimselerin kalplerinde hâlâ varlığını sürdüren Arap cahiliyesinin mantığı idi. Allah'ın tespit ettiği paylara ve O'nun bölüştürmesine karşı, günümüzde de bazı zihinlerde yer eden cahiliye mantığı, Arap cahiliye mantığından çok farklı değildir.
Bu âyetin nüzûl sebebi de yine cahiliyedeki kadın ve kız çocuklarının bu durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Uhud Harbi'nde şehit düşen Sa'd b. Rebî'nin (radıyallâhu anh) zevcesi, iki kızıyla birlikte Resûlüllah'ın huzuruna gelmiş ve şöyle demiştir: "Ya Resûlallah! Şunlar Sa'd'ın kızlarıdır. Babaları Uhud Harbi'nde şehit edildi. Şimdi ise amcaları mallarını almış kendilerine bir şey bırakmamıştır. Hâlbuki bu kızcağızlar, malsız evlenemeyeceklerdir." Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kadının bu şikâyetini dinledi ve "Allah bu mesele hakkında hükmünü bildirecektir,5 buyurdu. Bunun üzerine miras âyeti nâzil oldu.6
İşte İslâm, kadını ve çocukları mirastan mahrum bırakma gibi bir mağduriyetten kurtarmış, ona da erkekle birlikte sosyal ve hukukî bir şahsiyet bahşetmiştir. Dolayısı ile bugün, kadın haklarını savunduklarını iddia eden istismarcılar, "İslâm kadına yarım hisse veriyor." diye tenkit edecekleri yerde, böyle bir içtimaî yapıda büyük bir inkılâpla kadına miras hakkı veren İslâm'ın hakkaniyetini ve üstünlüğünü kabul ve takdir etmeleri gerekir. Öyle ki Kur'ân-ı Kerim bu hükmüyle sadece yaşça büyük ve küçük oğullar arasındaki adaletsizliği ortadan kaldırmakla kalmamış, aynı zamanda ana, kız çocuk, kız kardeş, büyük ana, kız torun gibi kadın akrabalara da, ayrı ayrı zikrederek mirastan pay vermiştir. Kur'ân'ın sabit hak olarak tanzim ettiği bu paylar vasiyetname vb. gibi herhangi bir hukukî, veya örfî düzenlemeyle de, asla engellenemez, نَصِيبًا مَفْرُوضًا "farz olarak belirlenmiş hisseler" (Nisâ sûresi, 4/7) kategorisindedir. Bu ifade, ilgili hükmün muhkem ve sarih, aynı zamanda her türlü değişime de kapalı olduğunun en belirgin göstergesidir.
b. Kadının Mirasıyla İlgili Âyetler
İslâm'da kadının mirasta erkek gibi hak sahibi olduğu ortadadır. İtirazlar ise niçin kadına erkeğin yarısı kadar hisse verildiği konusundadır.
Öncelikle şu hususu belirtelim ki, İslâm'da kadına, mirasta erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi emredildiği şeklindeki genelleme, mevzuyla ilgili âyetlerin maksatlı olarak bir bütün hâlinde değerlendirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu âyetler ön yargıdan uzak bir şekilde, dikkatlice incelendiğinde bu iddianın gerçekle bağdaşmadığı açıkça görülecektir. Zira;
1-Mirastan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mirasçı olarak sahip olabileceği bütün durumlar için değil, sadece kadının aynı ana-babanın çocuğu olarak erkek kardeşiyle birlikte mirasçı olması durumunda söz konusudur: "Allah size çocuklarınızın miras taksimi hususunda, erkeklerin paylarının, kızların iki katı olmasını emretmektedir. Eğer bütün çocuklar kız olup ve ikiden fazla iseler, bunların payı, ölenin bıraktığı malın üçte ikisidir. Eğer mirasçı olarak bir tek kız ise, mirasın yarısı onundur." (Nisâ sûresi, 4/11)
Binaenaleyh kadına, erkeğin mirastaki hisselerinin yarısının verilmesinin, her durumda geçerli, umumî bir kural olmadığı açıktır. Bu sebeple kadına, erkeğin yarısı kadar pay verilmesinin mirasçı olarak kadının konumu ne olursa olsun, tek bir hüküm olduğunu iddia etmek, yukarıda zikredilen âyeti saptırmaktan başka bir anlama gelmemektedir.
2-Âyette de açıkça görüldüğü gibi, kadının mirastaki payının durumu, sadece iddia edildiği gibi erkeğin yarı hissesi değildir. Ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları da ikiden fazla ise, o zaman mirasın “üçte ikisi” onların olur. Şayet ölenin mirasçısı bir tane kız çocuğu ise, o zaman mirasın “yarısını” almaya hak kazanır. (Bkz.: Nisâ ûresi, 4/11)
3-Yine anne-babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, o takdirde ana babadan her birine mirastan “altıda bir” hisse verilir. Eğer ölenin çocuğu yok, ana-baba da ona mirasçı olmuş ise, annesine “üçte bir” hisse düşer. Eğer ölenin kardeşleri varsa, annesine “altıda bir” hisse düşer." (Nisâ sûresi, 4/11)
4-Koca, çocuk bırakmadan ölmüşse hanımı mirasın “dörtte birini” alır. Eğer ölen kocanın kız veya erkek bir veya daha fazla, o hanımdan veya başka bir hanımından çocukları varsa, ya da öz erkek çocuğunun, erkek çocukları varsa, hanımı “sekizde bir” alır. "Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Eğer çocuklarınız varsa, bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır..." (Nisâ sûresi, 4/12)7
Görüldüğü gibi mirasta kadının payının her zaman erkeğin payının yarısı olduğu iddiası doğru değildir. Paylar, kadının mirasta ortak bulunduğu şahıslara göre değişiklik göstermektedir.
c. Niçin Erkeğe İki, Kadına Bir Hisse?
Kur'ân'a göre kadının, sadece erkek kardeşiyle beraber mirasçı olduğunda yarım hisse alması, sathî bir nazarla bakıldığında eşitsizlik ve haksızlık gibi gözükse bile, gerçekte bu taksim tam bir adalettir. Adalet bir yana, sadece insaf ve hakkaniyet prensipleri ışığında bile mesele ele alınırsa bu taksimin isabetliliği görülecektir.
1-İslâm'da miras, şahısların ihtiyaç ve mesuliyetine göre taksime tâbi tutulmuştur. Anne, eş, kız çocuk veya kız kardeşin geçimi, kendisine ait olmayıp; oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır. Kadın çoğunlukla kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da mükellef değildir.8 Erkek ise bütün durumlarda eşinin, kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla mükelleftir. Erkek, ailesinin resmî hâmisidir ve bütün maiyetinden sorumludur. Bu sebepledir ki, "Nimet, mesuliyete göredir." kaidesine uygun olarak, eşinin, kızlarının, annesinin ve gerektiğinde kız kardeşinin nafakasını sağlamakla mesul olan erkeğe, böyle bir sorumluluğu olmayan kadının payının iki misli pay verilmiştir.
2-Kadın kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Kadın zengin olsa bile, ailenin harcamalarına katılma mecburiyeti yoktur.9 Bu açıdan değerlendirdiğimizde de, kadın ile erkeğe eşit pay verildiğinde, hisseleri aynı olduğu hâlde, ailenin geçimini erkek sağladığı, kadının ise böyle bir mesuliyeti olmadığı için denge erkek aleyhinde bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir. Bediüzzaman Said Nursî de bu mevzuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ "... erkeğe iki kadın payı vardır... " âyetinde, Kur'ân'ın hükmü, mahz-ı adalet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adalettir, çünkü, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla bir erkek bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir kadın ise bir kocaya varır nafakasını ona yükler, mirastaki noksanını telâfi eder.10
3-Kadın eğer bekâr ise, bakmakla mükellef olduğu hiçbir kimse olmayan tek başına bir insandır. Evlendiği zaman ise bahsettiğimiz gibi kendisinin ve çocuklarının nafakasını temin tamamen kocanın vazifesidir. Eşinin hiçbir nafaka sorumluluğu yoktur.11 Üstelik kadın bir de kocasından mehir alacak ve örfe göre, altın ev eşyası, para vs. bir çok hediyeye de sahip alacaktır. Kadın sahip olduğu malı, nafaka kocaya ait olduğu için harcamayabilir.12 İsterse onu işleterek artırabilir. Erkek kardeş ise babadan aldığı mirası, evlilik masraflarına, mehre ve ailesinin nafakasına harcamakla bitirecektir. Kaldı ki bekâr kız kardeş, babasından aldığı mirasla geçinemiyorsa, erkek ona yardım etme mecburiyetindedir.13 Dolayısıyla bu açıdan da meseleyi ele alıp değerlendirdiğimizde erkeğe bir, kadına yarım hisse gerçek adalettir. Burada dikkat edilirse, İslâm, kadınların sosyal açıdan karşılıklı bağlı, ekonomik açıdan ise bağımsız olduğu bir yapı öngörmektedir. İslâm'ın, aile fertleri arasında karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış üzerindeki tahşidatını anlamak için bu önemlidir. Fakat ekonomik bağımsızlığın fazileti ne kadar büyük olursa olsun, bu, hiçbir zaman kadınların kendi kendilerini geçindirmek zorunda kalması ve tamamen aile dışında kendi başına buyruk yaşayabileceği anlamına gelmez. Ailenin ekonomik sorumluluğu ve sosyal refahı daima erkeklerin omuzlarındadır. Aslında kadınlara tanınan bu ayrıcalıklı konum, yüce dinimizin onlara verdiği değeri göstermektedir.
4-Erkek kardeş, herhangi bir zorlama olmadan, miras taksiminde kız kardeşine isterse, kendine düşen pay kadar veya daha fazla verebilir. Bu, hibe veya hediye olur. Kimse buna mâni olamaz.
5-Meselenin bir de psikolojik yönü vardır. İslâm, tek bir zamana, tek bir döneme ve tek bir ülkeye ya da millete ait değildir. O, hükümlerinde bütün zamanları, bütün toplumları ve temel insan psikolojisini dikkate alır. Hemen hemen bütün toplumlarda asırlardır görülen ve bugün de devam eden bir vâkıa olarak, kız çocuklarına genellikle evin malını yabancıya götüren kişi olarak bakılır. Hâlbuki o, evlense, ayrı bir yuva kurup çocuk sahibi olsa bile, yine anne-babasının, erkek kardeşlerinin merhametine, şefkatine ve himayesine, erkekten daha çok muhtaçtır. Ailesinden göreceği şefkat ve merhamet, onun alacağı maldan çok daha değerlidir. Hâl böyle iken, miras taksiminde ise kız ve erkeğe eşit hisse vermek, bu şefkat ve merhamete zarar verebilir. Meseleye bu açıdan da yaklaşan Bediüzzaman bu hususla ilgili şunları söylemektedir: "Hem merhamettir. Çünkü, o zaîfe kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete muhtaçtır. Kur'ân'ın hükmüne göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona ‘benim servetimin yarısının yabanilerin ellerine geçmesine sebep olacak zararlı bir çocuk’ nazarıyla endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasetsiz bir merhamet ve himaye görür. Kardeşi ona ‘hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını başkalarının eline verecek bir rakip’ nazarıyla bakmaz. O merhamete ve himayeye bir kin, bir kırgınlık katmaz. Şu hâlde o fıtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaîfe ve nahîfe kız, sureten az bir şey kaybeder fakat ona bedel, akrabalarının şefkatinden, merhametinden tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade merhamet edeceğiz diye, hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şiddetli bir zulümdür. Belki cahiliye döneminde acımasız bir kıskançlığa binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi, gaddarane bir zulmü andıracak bu zamanın vahşi hırsı, merhametsiz bir kötülüğe yol açmak ihtimali vardır. Bunun gibi bütün ahkâm-ı Kur'âniye, وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ ‘Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’ (Enbiyâ sûresi, 21/107) fermanını tasdik ediyorlar.”14 Bediüzzaman bu değerlendirmeleriyle konuya farklı bir derinlik kazandırmaktadır.
Günümüzde, erkek ve kadın, mirasta eşit hak aldıkları için, birçok kız kardeşle erkek kardeşin araları açılmaktadır. Erkek kardeş, kız kardeşinin, babasının servetinin yarısını alıp başkalarına yedirmesine rıza gösterememektedir. Bu cahiliye düşüncesinden dolayı ülkemizde erkek ve kız kardeşler arasında pek çok miras problemleri yaşanmaktadır. Günümüzde pek çok kimse kız kardeşine baskı yapıp, mirastan herhangi bir pay almamasını veya vereceği az bir şeyle yetinmesini istemektedir. Çoğu zaman imzalar bu baskı altında atılmaktadır. Aile içi mahkemelerde kadınlar ikna edilmekte veya susturulmaktadır. Bazen de medyadan takip ettiğimiz kadarıyla miras kavgaları, bitmeyen kan davalarına dönüşebilmektedir. Hak’kın taksimine teslim olmama ve hakkına rıza göstermeme, bir değil yüzlerce haksızlığa ve zulme sebebiyet vermektedir.
İşte saymaya çalıştığımız sebeplerden dolayıdır ki, erkeğe malî mesuliyetlerinin ağırlığına uygun olarak mirastan pay verilmiş, zengin ve fakir olma durumlarında bile, hiçbir malî yükümlülüğü bulunmayan, bununla birlikte kız, eş, ana ve dul kalma durumlarında bile sosyal güvenliği daima güvence altına alınmış kadına da ona göre pay verilmiştir.15 Eğer hükümlerinde sonsuz hikmet sahibi Allah'ın bu hükmü adil değilse, yeryüzünde adalet yok demektir.
Sonuç olarak, Kur'ân'da aile hukukunun devamı olarak ele alınan miras hukuku en detaylı anlatılan konulardan bir tanesidir. Günümüzün aktüel mevzularından olan kadının mirastaki eşitliği meselesine, salt eşitlik açısından bakılması, bizce yanılgının temelini oluşturmaktadır. Çünkü Kur'ân'da kadının farklı durumlardaki payları farklı değerlendirilmektedir. Bir eş, bir ana, tek veya birkaç kardeş bir arada olma durumuna göre farlı kategorilerde ele alınmaktadır. Her konuda olduğu gibi bu noktada da mutlak eşitliği savunanlar, bu mevzuda sayılan temel esasları görmemezlikten gelmektedirler. Dolayısıyla bazı durumlarda mirastan kadına, erkeğin hissesinin yarısı kadar pay verilmesinin, erkeği kadından üstün tutma düşüncesiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Öyle olsaydı, mirasta payları daha fazla olan çocukların, insanî değer yönüyle babalarından daha üstün olduklarını söylemek gerekirdi. Bu da çok gülünç bir iddia olurdu. Bilâkis bu taksimat, kadın ile erkeğin sorumluluklarıyla doğru orantılı olarak, rızkın dengeli dağıtımı ve hem ailede hem de sosyal hayatta sevginin-adaletin sağlanması gayesine yöneliktir.
Ayrıca burada ihtiyacın ve kadın-erkek arasında mesuliyetin belirleyici olması, henüz hayata yeni başlayan, ömrü boyunca birçok malî güçlüklerle karşılaşacak, çoğu kez zayıf nesillerin mala ihtiyaçlarından dolayı, çocuklara ebeveynden veya erkeğe kadından daha fazla hisse ayrılması, en küçük sosyal birim olan aile çevresinde insanî ölçüler içinde yaşamayı temine matuftur. Aynı zamanda bu, orta sınıflaşmaya doğru atılan adımların da işaretleridir.16
1 Bu âyet mirasla ilgili beş temel prensip ortaya koymaktadır. a) Erkek gibi kadın da mirastan pay alır. b) Az çok bütün mallar mirasa tâbidir. c) Bu kural taşınabilir ve taşınmaz bütün mallar için geçerlidir. d) Ölen kişi mal bırakırsa miras söz konusu olur. e) Yakın akraba varken uzak akrabaya miras düşmez. Bu beş prensibi gayet özlü ihtiva eden bu âyet giriş yapılarak, sonra miras payları belirlenir. (Bkz.: Suat Yıldırım, Kur'ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, s.77, İstanbul 1988)
2 Bkz.: Taberî, Câmiu'l-Beyan, 4/262, Mısır, 1968; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/194, Beyrut; Tahir b. Âşûr, et-Tahrîr ve't-Tenvîr 4/248, Tunus, ts.; İbn Kesîr, Tefsîrul-Kur'âni'l-Azîm 2/161. Araplar, "Mızraklarıyla vuruşmayan yurdunu müdafaa edemeyen ve ganimet kazanamayan kimseler vâris olamaz." derlerdi. Bkz.: a.g.e., eserler. Aynı yerler: Cahiliye dönemindeki miras uygulamaları için bkz.: Ali Osman Ateş, İslâm'a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Âdetleri, s.379-388.
3 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, 1/260, İrfan Yay. İstanbul 1980; Yahudilik'teki miras uygulamaları için bkz.: Ali Osman Ateş, a.g.e., s.372-380.
6 Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s.150; Bk. İbn Kesîr, a.g.e., 2/196; Kurtubî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, 5/39; Râzî, a.g.e. 9/203-204. Âyetin iniş sebebi olarak, Cabir b. Abdullah'ın (radıyallâhu anh) başından geçen başka bir vaka da zikredilmektedir. (Bkz.: Buhârî, tefsîru'l-Kur'ân 4; Tirmizî, ferâiz 6, tefsiru'l-Kur'ân 5)
7 Bu âyette dikkat edilecek önemli bir husus da, erkek gibi, kadına da borç ve vasiyet hakkı tanınmış olmasıdır. "Eğer çocukları yoksa eşlerinizin yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir." Ölen erkek olsun, kadın olsun, borcu verilip vasiyeti yerine getirildikten sonra geri kalan mirası taksim edilir. Bu, kadına bütün medenî ve sosyal hakların tanınması demektir. Kadın mülk sahibi olur, miras bırakır, miras alır, vasiyet eder, vasiyeti yerine getirir, borç alıp, verebilir. Demek ki Kur'ân kadına her türlü mülkiyet ve mülkünde tasarruf hakkını tanımış ona tam hür bir kişilik kazandırmıştır. Bkz.: Süleyman Ateş, Çağdaş Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, 2/574, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1988; Kocası vefat eden kadının mirastaki durumları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz.: Hamza Aktan, İslâm Miras Hukuku, İşaret Yay., İstanbul 1991.
8 Kadının nafakası ve kendisine düşen malî mesuliyetler konusunda daha geniş bilgi için bkz.: İslâm'da Kadın Hakları (Antoloji), 2/178-283, Rehber Baş. Yay. 1. Baskı, Ankara 1993.
9 Daha geniş bilgi için bkz.: Ruhi Özcan, İslâm Hukuku'nda Hısımlık Nafakası, s.68-84, Çağlayan Yayınları, İzmir 1996.
10 Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s.37, Envar Neşriyat, İstanbul 1997; ayrıca bkz.: Sözler, s.381.
11 Bkz.: Kâsânî, Alâuddin Ebû Bekir İbn Mes’ûd, Bedâiu's-Sânâi', 4/28. Mısır 1328; Serahsî, Muhammed b. Ahmed, el-Mebsût 5/187, Mısır 1324; İbn Rüşdi’l-Hafîd, Muhammed İbn Ahmed, Bidâyetü'l-Müctehid, 2/55, Mısır, 1379.
12 Meselâ, koca fakir, karısı zengin de olsa mükellef kocadır. Karı, kocanın nafakasından mesul tutulamaz. Hatta sakatlık vb. durumlar yüzünden kendisinden ve karısının nafakasını teminden âciz bulunan koca hakkında da aynı hüküm geçerlidir. Bu durumdaki kocanın nafakası zengin karısı tarafından değil hısımları (yakın akrabaları) tarafından karşılanacaktır. Karı da kendi hısımlarınca infak edilecektir. Öyle ki, kadının kocasından alacağı evlilik nafakası, zaman aşımına uğramayan bir borçtur. Kadın kendi malından harcasa bile bunları kocasından tahsil edebilir. (Bkz.: Özcan, Ruhi, Hısımlık Nafakası, s.71)
15 İslâm'da kadının sosyal güvenliği için bkz.: Faruk Beşer, Kadının Çalışması Sosyal Güvenliği ve İslâm, s.165-180, Nun Yay. İstanbul 1995; Bayraktar Bayraklı, "Bir ailede baba yaşlı ise kız ile erkek çocuklar beraber çalışıyor ve beraber kazanıyorlarsa mirastaki hakları eşittir." (Bkz.: Bayraktar Bayraklı, Kadın, Sevgi ve Temel Hakları, s.64, İşaret Yay. İstanbul, 2000) demekte ve bu görüşüne Nisâ sûresinin 32. âyetini delil olarak getirmektedir. Hâlbuki bu âyet buna delil olamaz. Zira bu âyet Cahiliye Arap toplumunda mirastan mahrum bırakılan kadına erkek gibi mirastan hisse verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kadının hangi durumda ne kadar alacağı ise naslarda tespit edilmiştir. İkinci olarak şunu da söylemek gerekir ki, böyle bir ailede çalışan kızın kazancı tamamen kendisine aittir. Ailenin harcamalarına katkıda bulunma mecburiyeti yoktur. Şahsî mülküdür.
16 Orta tabakalaşma ve İslâmî esaslar için bkz.: İzzet Er, Sosyal Gelişme ve İslâm, s.94-115, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999.