Kadının Şahitliği ve Kadın-Erkek Eşitliği Meselesi





Author: Dr. Selman KUZU - min read. - Post Date: 01/08/2020
Clap

İslâm hukukunda şahitlik önemli bir ispat yoludur. Şahitliğin yapıldığı vakaya göre bazen iki, bazen dört şahidin ifadesiyle kula veya Allah'a ait büyük haklar ortaya çıkar.

 

Şehadet kelimesi "hazır olmak" mânâsına gelen "şe-hi-de" fiilinin masdarıdır. Lugatta "kesin haber" mânâsındadır. Istılahî mânâda ise, yargı organları önünde şehadet lâfzını kullanarak, "şahitlik ederim, tanıklık ederim" şeklinde, bir hakkın ispat edilmesi için doğru sözlülüğüyle tanınmış şahsın verdiği haberdir.1

a- Şahitlik ve Şahitliğin Önemi

İslâm hukukunda şahitlik önemli bir ispat yoludur. Şahitliğin yapıldığı vakaya göre bazen iki, bazen dört şahidin ifadesiyle kula veya Allah'a ait büyük haklar ortaya çıkar. Bazen de şahitliğin neticesinde idama kadar varabilen cezalar verilebilir. Bunun için Allah Resûlu, şahitlik yapacak kimsenin ancak güneş gibi gördüğü bir mevzuya şahitlik yapabileceğini belirtmişlerdir.

"Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) şehadetten soruldu ve O, söyle buyurdu:

"Güneşi gördüğü gibi, (kesin olarak bildiğine, müşahede ettiğin şeylere) şehadet et, yahut bırak.”2

Bir diğer hadiste de Allah Resûlu, büyük günahları sayarken yalan şahitliğin üzerinde hassasiyetle durmaktadır.

"Size büyük günahların, en büyüğünü haber vereyim mi?

"Evet ya Resûlellah!”

"Allah'a şirk koşmak, ana babaya âsi gelmek.” Allah Resûlu, böyle buyurduktan sonra, yaslandıkları yerden doğrularak, “Dikkat ediniz, biri de yalan şahitliktir. Dikkat ediniz, biri de yalan şahitliktir!..” diye heyecan ve dehşetle o kadar tekrar etmiştir ki ashab, bu durum karşısında artık keşke dursa temennisinde bulunmuşlardır.3

Eymen İbn Huzeym'den rivayet edilen bir hadiste de Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), üç kere, "Ey insanlar! Yalan yere şahitlik, Allah'a şirk koşmaya denk tutulmuştur." buyurmuş ve arkasından şu âyeti okumuştur:"Artık o pis putlara (tapınmaktan) ve yalan söylemekten kaçının." (Hac sûresi, 22/30)4

Enes İbn Malik'ten rivayet edilen hadis-i şerif de, şehadete Allah katında verilen önemi açıkça göstermektedir:

"Bir gün Resûllullah'ın huzurundan bir cenaze geçmişti. Orada bulunan ashab, vefat eden zâtı övmüştü. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Cennet ona vacip oldu!’ buyurdular. Bir müddet sonra bir cenaze daha gelmiş, bu sefer ashab, onu yermişlerdi. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise onun için, ‘Cehennem vacip oldu!’ buyurdular. Ashab-ı kiram bunun sebebini sorunca, Resûllullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu cevabı verdiler. ‘Müminler, Allah'ın şahitleridir.’”5

Şahitlik müessesesine verilen bu önem, adaletin tam temin edilmesi içindir. Bundan dolayı, İslâm Hukuku’nda şahitliğin geçerli sayılabilmesi için şahitte ve şehadette bazı şartlar aranır ki, bu da yine şahitliğe verilen önemi ve şahitliğin ağır bir mesuliyet olduğunu gösterir.

  1. Şahitte Aranan Genel Şartlar

1-Aklî ehliyet ve bülûğ

Şahidin akıllı ve bülûğa ermiş olmasının şartı üzerinde ittifak vardır. Deli, sarhoş ve çocuk gibi, aklı başında olmayanların veya aklî yönden mümeyyiz olmayanların sözüne güvenilemeyeceği için şahitlikleri kabul edilmez.

2-Hürriyet

Şahidin hür olması üzerinde ittifak vardır. Kölelerin şahitliği kabul edilmez. Çünkü köle, efendisinin tesiri altında olduğu gibi, velâyet hakkı da yoktur. (Bu, şüphesiz köleliğin sürdüğü çağlar için geçerli bir kuraldır.

3-İslâm

İslâm toplumunda şahidin Müslüman olması şarttır. Kâfirin, Müslüman hakkındaki şehadeti kabul edilmez. Çünkü o, Müslüman hakkında yapacağı şahitlikte, kamuoyu nezdinde umumiyetle itham altında olur.

4-Şahidin gözünün görmesi şarttır

Şehadet, öncelikle şüphesiz görme işidir. İkinci olarak, bu şart, lehine şahitlik yapılanın tanınması ve şehadet esnasında ona işaret edilmesi gerekebileceğinden dolayıdır. Gözü görmeyen kimse ise, insanları ancak sesinden ayırt edebilir. Bunda ise şüphe söz konusudur. Zira sesler birbirine benzeyebilir. Bazı İslâm âlimleri ise, gözle görmenin şart olmadığı vakalarda âmânın şahitlik yapabileceğini söylemişlerdir.6

5-Şahidin konuşabilir olması şarttır

Dilsizin işareti anlaşılsa bile şehadeti kabul edilmez. İşaret, şehadetlerde muteber değildir. Çünkü şehadet kesin bilgiyi gerektirir. Şehadette de bunun dil ile lafzen apaçık söylenmesi istenir. Bununla beraber, bazı İslâm hukukçuları dilsizin şehadetini (yazılı ifade) kabul etmişlerdir.7

6-Adalet

Bütün İslâm hukukçuları, şahitlerde adaletin şart olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ "Razı olacağınız şahitlerden ..." (Bakara sûresi, 2/282) ve bir âyette de, وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ "Aranızda adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun..." (Talâk sûresi, 65/2) buyurulmaktadır.

Adalet, lugatta orta yollu, dengeli, güvenilir olmak demektir. Şer'î ıstılahta ise, büyük günahlardan uzak durup küçük günahlar üzerinde ısrar etmemektir. Hakikatte ise, bütün günahlardan sakınmak şehadetin sıhhati için şarttır. Günahlardan uzak kalmakta ise, çoğunlukla görülen durum dikkate alınır. Çünkü mâsiyetleri çok olan kimsenin bu durumu şahitliğini de etkiler. Nadiren günah işleyen kimsenin şahitliği kabul edilirse de, büyük günah işleyen ve/veya küçük günahlarda ısrar eden kimse, adaletli olarak görülmemiş ve şahitlik yapamayacağı belirtilmiştir. Adaletin muteber olan sınırı budur. Ta ki, şahitler tam güvenilir olsun ve haklar zayi olmasın.

Hukukta hüküm, tabii ki zâhire göredir. İslâm, günahların araştırılmasını katiyen men eder. Bu bakımdan, hadler ve kısaslar müstesna, karşı taraf tenkit etmedikçe, şahitlerin durumu hakkında soru sorulmaz. Zâhirî adalet ile yetinilebileceği hadiste belirtilmiştir.

"Kazf sebebiyle, had vurulmuş kimse müstesna, Müslümanlar birbirlerine karşı âdildirler."8

7-İtham altında olmamak

İslâm hukukçuları, töhmet altında olma sebebiyle şahitliğin rededileceği hususunda icma etmişlerdir. Töhmette bulunmak ise, lehine şehadet ettiği kimse ile karşılıklı fayda görme veya birbirinden zarar def etme konumunda ve münasebetinde bulunmasıdır. Meselâ, babanın oğlu ve torunu için şehadeti, çocuğun da anne, baba ve büyükbaba, büyükanne için şehadeti kabul edilmez.9

c-Şehadetin kendinde aranan şartlar ise şunlardır

1-Şehadet lafzı

Şahidin şehadet lafzını zikretmesi gerekir. Şayet şahit, "şahidim, şahit olurum" gibi açık şehadet eden lâfızlar yerine, "bilirim" yahut "inanırım" diyecek olursa, o olay hakkında şehadeti kabul edilmez.

2-Şehadetin davaya uygun olması gerekir

Şayet şehadet, iddia edilen şeyden (davadan) farklı olursa kabul edilmez. Ancak davacı, dava ve şehadet arasında bunları uzlaştırmanın mümkün olması hâlinde, kabul edilebilir.10

Şehadetle ilgili burada vermeye çalıştığımız bu kısa malûmat bize, İslâm'da şahitliğin önemli bir müessese olduğunu, üzerinde son derece titizlik ve hassasiyetle durulması gerektiğini açıkça göstermektedir.

d- Kadının Şahitliği

1-Bir erkek, iki kadın

İslâm Hukuku’nda kadının şehadeti muteberdir. Çünkü kadın da erkek gibi şehadet ehliyeti için gerekli olan zapt ve eda niteliklerine sahiptir. Kadınların şahitliği, bizzat âyet-i kerimede yer almıştır:

وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَى "Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve biri unuttuğunda diğerinin ona hatırlatması için iki kadın yeter." (Bakara sûresi, 2/282)

Her zaman iki erkek şahit bulmak mümkün değildir. Burada İslâm kolaylık sağlamakta ve kadınları da şahitliğe çağırmaktadır.

Âyette öncelikle erkekler şahitliğe çağırılmaktadır. Zira İslâmî bir toplumda, çalışan sınıfı genellikle onlar oluşturur. Bu huzur ve güven toplumunda, günümüzdeki bozuk cemiyetlerde olduğu gibi kadın, çok az bir para karşılığı çalışmak zorunda kalarak, hem kendi sağlığı, hem de toplumun sıhhati açısından, dışarıda çalışmakla vereceği hizmetten çok daha büyük ve önemli bir fonksiyon olarak, istikbali omuzunda taşıyacak evlâtlarını terbiye etme ve yetiştirme gibi çok önemli annelik görevini bırakma mecburiyeti altında tutulmaz. Dolayısıyla çarşıda, pazarda, vekâlet, kefalet ve şehadet gibi mevzularda kadının çok fazla ilgisi ve bilgisi olmayacağından, âyet-i kerime, ilk etapta erkekleri şahitliğe çağırmakta, şayet iki erkek bulunmazsa, "güvenilir bir erkek ve iki kadının şahit olabileceğini" ifade etmektedir.

Âyet-i kerimede iki kadının şehadette bir erkeğe mukabil sayılması, bu mevzunun onun asıl meselesi olmaması ve psikolojik yapısından kaynaklanan zapt eksikliğidir. Yoksa mesele, kadın ve erkek eşitliğini iddia edenlerin dediği gibi, kadının insan yerine konulup konulmamasıyla, ona değer verilip-verilmemesiyle ve kadın-erkek eşitliği veya eşitsizliğiyle hiçbir ilgisi yoktur.

"Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve biri unuttuğunda diğerinin ona hatırlatması için iki kadın yeter."

Burada bahsi geçen unutmanın çeşitli sebepleri olabilir.

2- Unutmanın Sebepleri

a- İslâmî bir toplumda kadın, erkeğe nazaran daha az çarşıya-pazara çıkar, başkalarıyla karşılaşır ve muhatap olur. Onun en büyük ve en değerli vasfı, anneliktir. Dolayısıyla İslâm, toplumda iş bölümünde hâricî işleri, evin geçimini daha çok erkeklere yüklerken, kadının, belki dıştaki işlerden çok daha önemli olan ve kadın fıtrat ve psikolojisine çok daha uygun düşen, evin düzeni, bakımı ve çocukların terbiyesiyle meşgul olmasını tercih eder. Bu, mutlak bir mecburiyet olmayıp, bir tavsiyedir, bir tercihtir. Dolayısıyla kadın, dışarıda cemiyette cereyan eden hâdiselere daha fazla şahit olmaz. Zaman zaman çarşıya-pazara çıksa da, yapılan alış-verişler ve olup biten hâdiseler, asıl meselesi olmadığı için onun dikkatini fazla çekmez. Dikkat ettiği şeylerde, bir kere gözüne iliştirdiğinden dolayı unutabilir. Psikolojik hafıza kanunlarına göre de, insan bir hâdise ile ne kadar çok karşılaşırsa hâdise, o derece hafızasına yerleşmiş olur. İnsanın, az karşılaştığı, seyrek müşahede ettiği hâdiselere dair hafızası zayıftır. Bu türlü hâdiseleri sonradan bütün yönleriyle hatırlamak ise daha zordur.

Binaenaleyh, insanlar arasındaki alış verişe ve diğer muamelelere pek az şahit olan kadının, bunlara dair intibaı, duyum ve idrak kabiliyeti, hafızası, pek tabii ki erkeğe nispetle zayıf olacaktır. Dolayısıyla şahitlik yapacak bir kadının yanında; hâdiseyi az daha olsa gören, bilen bir başka kadının yardımcı olarak istenmesi adaletin tam tecellisi için isabetli bir yoldur. En azından ikinci kadın, birinci kadının unuttuğu şeyleri hatırlatır, ona destek olur, şehadetine güç ve kuvvet kazandırır. Bu şekilde kadın, çok önemli bir şahitlik meselesinde töhmetten de kurtulmuş olur.

İşte Kur'ân, bu durumda olan kadına yardımcı bir arkadaş vermiş, diğer taraftan böyle emretmekle adalete ve hakkaniyete verdiği önemi göstermiştir.

b- Kadın, bütün insanlık tarihin şahit olduğu ve kadın hakları adı altında kadının sokağa en çok çıktığı günümüzde de açıkça görüldüğü üzere, ticarî hayata ne erkekler kadar katılır, ne de onlar kadar bu sahada aktif olur. Bugün de, idare gibi ticaret, dünyanın her tarafında çok büyük oranda erkeklerin elindedir. Dolayısıyla, idarî meselelerde, askerlik konularında ve daha pek çok sahada olduğu gibi ticarî konularda ve anlaşmalar hakkında da kadının bilgisi, tecrübesi, anlayışı, erkeklerinkinden kat kat az ve eksik olabilir. Bu da onun, her halükârda sağlıklı bir şahitlik yapmasına mâni olabilir. Bununla birlikte, bu meseleleri de erkeklerden daha iyi anlayan kadınlar da her zaman için bulunabilir. Fakat hukukî ve kamuyu ilgilendiren meselelerde istisnalar değil, genel kurallar nazara alınır. Bugün dünyanın hiçbir yerinde önde gelen ticaret ve iş adamları kadın değildir. Ama iki kadın, birbirine destek vererek ve yardımlaşarak, ticaret veya borç akdinin gerektirdiği şartları daha iyi hatırlar ve yerine getirebilir.

c- Unutma, aynı zamanda kadının psikolojik durumuyla ilgilidir. Bu, belki ona Allah'ın (celle celâluhû) bir lûtfudur. Ayrıca, kadınların kendilerine mahsus bir halet-i ruhiyeye sahip oldukları da bir hakikattir. Bu konuda ruh doktoru, Mazhar Osman şöyle der:

"Kadınla erkeğin tabiat farklılığı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvelâ, kadının esas mizacı heyecanlılık (emotivite)dir. Bütün kadın psikozlarında bunun izlerine tesadüf olunur. Heyecanın hakim olduğu psikozlar, meselâ, cinnet-i mânia-i inhitabiye kadınlarda daha çoktur. Vahşi kavimlerden en yüksek medenî milletlerin kadınlarına, pek asrî terbiye görmüş bir mini mini hanımla, köyde doğup büyümüş bir köy kızına varıncaya kadar kadınların müşterek hisleri, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın, ayının yarısını hazırlanma, âdet, âdetten sonra gayr-i tabiilikle, âdeta hasta olarak geçirir. Tenasülde erkeğin rolü beş dakikalık bir birleşmeden ibaret ve ondan sonra aşka kayıtsız ve hatta müteneffirken, kadın, aşkın mahsulünü dokuz ay karnında, iki sene göğsünde taşır; hamilelik, doğum ve nifas hâllerine ait bir çok ruhî değişiklikler, tabii ve mutat sayılan asabiyetler gösterir. Erkekle kadın nasıl birbirine müsâvi olur? Ruh tıbbında tetkikler ilerledikçe, ruhiyet ve zihniyetler arasındaki farkı daha açık göreceğiz. Kadın heyecanıyla yaşar, erkek muhakeme ile temayüz eder."11

Bugün, kadının erkeğe nazaran, ruhen daha heyecanlı olduğu, hâdiseler karşısında daha çok heyecanlandığı psikolojik bir gerçektir. Gutteyman de bu konuda şöyle demektedir:

"Kadında idrak, tahayyül, düşünce, isteyiş ve hareket gibi cihetlerin hep umumiyetle heyecanlılığa uygun düşen ve sadece bu zâviyeden anlaşılması mümkün olabilen, karakteristik hususiyetler vardır. Nitekim bu âmil gözetilmeden yapılacak etütlerde, kadın ruhu, mühim bir kısmı itibarıyla muamma kalır."12

Evet iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk tutulması, hiçbir zaman kadının, erkeğin yarısı olduğu mânâsına anlaşılmaz. Çünkü bu şahitlikte, yani her türlü teminatın bulunmasına önem verilmiş olan hukukî sahada bir icraattır. Bu şahitlik, sanığın ister lehine ister aleyhine olsun fark etmez.

Kadın, tabiî temayyülleri sebebiyle çabuk heyecanlanan ve merhamet tarafı ağır basan, davanın şart ve sebeplerinin tesiri altında kalması mümkün olan bir tabiata sahiptir. Dolayısıyla burada şahitlerden birinde herhangi bir sapma olduğunda, diğerinin ona hatırlatarak, gerçeğin ortaya çıkarılmasını garanti altına alma maksadı vardır. Kimsenin itiraz edemeyeceği ve tamamen insanın dışında, yaratılıştan gelen böyle bir özellik karşısında, "kadın, erkeğe eşit tutulmuyor" diyerek, Kur'ân'ı yeltenme, sadece bir inattır, maksatlı bir tutumdur ve daha çok inkârdan veya nifaktan kaynaklanır.

Tenkit edilmek bir yana, tam tersine İslâm'ın, heyecanları ve duygusallığı erkeğe nazaran çok daha önde olan kadını, heyecanını daha da artıran hâdiselere şahit olması durumunda kendisine yardımcı vererek mânevî büyük mesuliyetler altında kalmaktan kurtarması ve toplumda şahitlik müessesesini gerektiği şekilde işletmesi, hem kadın, hem adalet, hem toplum açısından sadece alkışlanacak bir durumdur.

e- Kadının Yalnız Başına Şahitliği

İslâm'da daha çok kadının sahasına giren ve başkalarının muttali olamayacağı kadınlığa ait işlerde, tek kadının şahitliği kabul edilir. Zira şahitlikten maksat, gerçeğin ortaya çıkması, zulme meydan verilmemesi ve hakkın zâyi olmamasıdır. Yoksa şahidin erkek veya kadın olması asıl mesele değildir.

Doğum, bekâret ve kadınlara ait bazı önemli hastalıklar hakkında kadınların şahitliği geçerlidir. Miras alabilmesi için, doğan çocuğun ses verip vermediği mevzuunda yine kadınların şahitliği kabul edilir. Ramazan hilâlinin tespiti hususunda da yine kadınların şehadeti, aynen erkeklerin şehadeti seviyesinde geçerlidir.13

Erkeklerin ekseriyetle göremeyeceği, bilemeyeceği, bekâret, evlilik, doğum, hayız, süt emzirme ve kadınlara ait hastalıklar hakkında münferit olarak şehadetleri, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî âlimlerine göre de makbuldür.14

1 Tehanevi, Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn, 2/737-738.

2 KurtubI, Câmi, 3/390.

3 Buhârî, Sahîh, 3/152; Tirmizî, Sünen, 4/475.

4 Tirmizî, Sünen, 4/474; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/189.

5 Buhârî, Sahîh, 3/148.

6 Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, 6/564.

7 Zuhaylî, a.g.e., 6/564.

8 İbn Ebî Şeybe, Musannef, ; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, 4/81.

9 Zuhaylî, a.g.e., 6/568-569; İbn Hümam, Fethu'l-Kadîr, 4/52; İbn Âbidîn, ed-Dürrü'l-Muhtâr, 4/405.

10 Zuhaylî, a.g.e., 6/574.

11 Bekir Topaloğlu, İslâm'da Kadın, s.241.

12 Dikmen, İslâm’da Kadın Hakları, s.204.

13 Zuhaylî, a.g.e., 6/571.

14 Zuhaylî, a.g.e., 6/572; Bu mevzudaki hadisler için bkz.: Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 4/201; Zeylaî, Nasbur'r-Râye, 4/80-81.

Author: Dr. Selman KUZU - min read. - Post Date: 01/08/2020