Kur’ân’a Göre İnanca Çevre Etkisinin Sınırları -1





Author: Osman KARYAĞDI - min read. - Post Date: 12/16/2019
Clap

İnsan inanma ve inanmama hususunda hür iradeye sahiptir. Seçimi insan yapar. Kur’ân-ı Kerimde, bütün şartların inanmaya engel olduğu durumlarda bile sağlam bir şekilde iman edenleri gördüğümüz gibi, her şeyin inanca davet ettiği bir ortamda bile inanmaya karşı diretenleri müşahede etmek mümkündür.

İnsan, çevreden bağımsız olmadığı gibi, tamamen çevrenin tesiri altında ve ona karşı çaresiz de değildir. Zira, insana bir irade verilmiş ve inanıp inanmamak onun tercihine bırakılmıştır:

وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعاً أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ

“Eğer Senin Rabbin dileseydi, dünyada ne kadar insan varsa hepsi imana gelirdi. Ama bunu irade etmedi. Şimdi sen mi, imana gelsinler diye insanları zorlayacaksın?” (Yunus 10/99) ayeti de bunu ifade etmektedir. Bu ayete göre insanların inanıp inanmama özgürlüğü vardır. Yoksa Allah tüm insanları mü’min yapabilir veya yeryüzündeki bütün inkarcıları toptan helak edebilirdi.[1] Allah dilese insanları başka türlü yaratabilir, insanlar da Allah’a inanmak ve O’na kulluktan başka bir yol bilmezlerdi. Nitekim melekler bu şekilde yaratılmışlardır. Allah’ın hikmeti insanları hem iyiliği, hem de kötülüğü, hem hidayeti hem de dalaleti kavrayacak ve kabul edecek bir kabiliyette yaratmayı gerektirmiştir. Allah bir şekilde insana, hayır ve şer arasında bir seçim yapma imkanı vermiştir. İnsanın kendisini verilen bu kabiliyet ve hisleri iyi kullanmalı ve peygamberleri takip ederek imana ulaşmalıdır. Aksine bu kabiliyetleri kullanmadığı zaman, mevhibelerini âtıllaştırmış, aklını kapatmış ve sonuçta inkara gitmiş olur.[2]

Kainatta her şey Allah’ın iradesine tabidir. Mezkur ayet buna bir delil teşkil etmektedir. Zira, ‘لَوْ’ edatı, bir şey olmadığında diğer bir şeyin de olmayacağını ifade etmektedir. Bütün insanlar inanmadığına göre, Allah’ın böyle bir iradesi olmamıştır ve bütün insanlar iman etmemiştir. Bu da Allah’ın herkesin imanını zaruri olarak dilemediğini insanların kendi düşünce ve araştırmaları sonunda inanma veya inanmamayı tercih edebileceklerini ifade eder.[3] İnsan inanma ve inanmama hususunda hür iradeye sahiptir. Bu iradesiyle o ya inanmayı ya da inanmamayı seçmektedir. Nitekim, Kur’ân-ı Kerimde, bütün şartların inanmaya engel olduğu durumlarda bile sağlam bir şekilde iman edenleri gördüğümüz gibi, her şeyin inanca davet ettiği bir ortamda bile inanmaya karşı diretenleri müşahede etmek mümkündür.

I. SALİH ORTAMLARDAKİ İNANÇSIZLAR

A. HZ. ADEM’İN OĞLU

Allah Hz. Adem’i yeryüzünde ilk insan olarak yaratmış ve ona ilk peygamberlik vazifesini vermiştir.[4] Onun bir çok çocuğu olmuş ve bunlar kendi gözetimi altında yetişmişlerdir. Kur’ân Hz. Âdem’in iki oğlundan şu şekilde bahsetmektedir.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: “Seni öldüreceğim” dedi. O da: “Allah, ancak müttakîlerden kabul buyurur,” dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” Ben isterim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası işte budur!” Bu sözler Kabil’in hırsını kamçıladı. Nefsi, kardeşini öldürmeyi ona kolay bir şey gibi gösterdi. O da onu öldürüp ziyan edenlerden oldu.” (Mâide 5/27-30)

Müfessirler, bir kısmı İsrailiyattan olmak üzere Hz. Adem’in iki oğlu hakkında bir çok kıssa anlatmaktadırlar. Bu kıssadan Tevrat’ta da bahsedilmektedir.[5] Bu iki kardeşin isimleri, bu ikisinin tartışmaları ve sonunda kurban sunmaya gitmeleri, sundukları kurban, bu kurbanların kabul edilmesinin alameti, hangi sebeple kurban sundukları v.b konularda bir çok ayrıntı tefsirlerde yer almıştır.[6]

Elmalılı Hamdi Yazır bu kıssayla alakalı bazı gerçeklere Kur’ân’ın siyak ve sibakı içinde değinmiş ve bu bağlamda şunları zikretmiştir: ‘Her halde dikkat edilmek lâzım gelir ki kıssadan istifade için eşhasın ta’yini hüviyyetleri lâzım olmadığından alel’ıtlakابْنَيْ آدَمَ  buyurulmuş,بِالْحَقِّ  kaydıyla da efsanelere değil, zati vak’anın hakikatine celb-i dikkat edilmiştir. Çünkü Kabil ve Habil kıssası namıyla de acaib-ü garaib bir çok şeyler söylenmiştir. Yani bu kıssa bir vakıadır.’ Buradan da anlaşılacağı üzere Kur’ân isimlere, tarihe ve mekanlara, özellikle bu kıssada temas etmemektedir. İsimlerinin ne olduğu ve kıssanın ayrıntıları bizim için önemli değildir. Burada dikkatimizi çeken şey Hz. Adem gibi bir babanın terbiyesi altında yetişen bir kişi, iç duygularına özellikle kıskançlığına mağlup olarak dünyada daha önce benzerine rastlanmamış bir işi yapabiliyor.

B. HZ. NUH’UN OĞLU

Hz. Nuh’u Allah peygamber olarak görevlendirmiş ve “Yalnız Allah’a ibadet edin. Ondan başka tanrınız yoktur[7] tevhid inancını halkına ulaştırma vazifesini vermiştir. O, kavmini uzun süre imana davet etmiş, halk onu yalanlamakla kalmamış, aynı zamanda onunla alay etmişler ve özellikle kavminin ileri gelenleri ona “Biz seni besbelli bir sapıklık içinde görüyoruz[8] ve “Bize göre, sen sadece bizim gibi bir insansın, bizden farkın yoktur. Hem sonra senin peşinden gidenler toplumumuzun en düşük kimseleri, bu da gözler önünde! Ayrıca sizin bize karşı bir meziyetiniz olduğunu da görmüyoruz. Bilakis sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz[9] diye karşılık vermişlerdir. Bu tebliğ vazifesi çok uzun sürmüş, ancak Hz. Nuh’a inananların sayısı uzun tebliğe rağmen artmamıştır.[10] Halkı onu yalanlayınca Allah Hz. Nuh’a bir gemi yapmasını emretti. O da Allah’ın gözetimi altında bir gemi yapmaya başladı. Onu görenler, yaptığı gemiyle de alay ettiler. Zamanı geldi ve Tufan başladı. Hz. Nuh’a, Allah kendine inananları gemiye almasını emretti. Hz. Nuh inananları gemiye bindirdi. Fakat oğlu gemiye binmedi. Babasının bütün ısrarları onu gemiye bindirmeye yetmedi. O sığınabileceği ve kendisini koruyabilecek bir dağın olabileceğine inanıyordu. Hz. Nuh’un bu daveti, babalık şefkati ve oğluna olan merhametinin çok fazla olması dolayısıyladır. Zira; oğlunu me’yusane yalnız başına görünce son bir ümitle onu gemiye kendisiyle birlikte olmaya çağırmış ve kafirlerle beraber olmamasını istemişti.

‘Oğlu iradesini imana sarf etmeyince pederinin nasihati fayda etmedi. Zira; her pederin evladının iyiliğini arzu etmesi insanlar için zaruri olduğundan ekseriya pederler evladına nasihatte bulunur. Ve lakin o evlatta kabiliyet ve istidat şart olduğundan çok kere görüldüğü veçhile nasihatler fayda etmez. Binaenaleyh oğlunda nasihat kabule kabiliyet olmadığından Hz. Nuh’un nasihati tesir etmemiştir. Çünkü; oğlu son derece mütemerrid ve inatta ileri ve pederini tahtie etmekte (hatalı olduğunu söyleme) diğer kafirlerden geri kalmamış ve onlarla beraber küfriyatta teşrik-i mesai etmiş ve o fikrinden vazgeçememişti. Binaenaleyh; pederinin nübüvveti ona fayda vermedi. Hemfikir olduğu kafirlerle beraber helak oldu, gitti.[11] Babasının bütün çağırmalarına onun cevabı şu şekilde olmuştur:

قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ

Oğlu Hz. Nuh’a: ‘Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım’ dedi. Nuh ise: ‘Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur’ der demez, birden aralarına dalga girdi, ve oğlu boğulanlardan oldu.” (Hûd 11/43)

Bu ifadeler onun ne kadar cahil olduğuna delalet eder. Zira; ‘Allah Tealanın ve pederi gibi bir nebiyyi muazzamın kanadı altında ilticayı terk ederek hıfz u himayeden aciz, şuur ve idrakten hâlî ve hiçbir şeye muktedir olmayan dağa iltica edeceğini beyan etmek hamakattan başka bir şey değildir. Halbuki pederinin mucizelerini her zaman müşahede ettiği ve senelerce pederinin gemi yapmakla meşgul olduğunu gördüğü ve tufanın emareleri zuhur ettiği halde bir aciz dağın himayesine iltica ile helakten halâsının çaresini aramak inattan başka bir şey değildir.’[12]

Hz. Nuh gibi ülü’l-azm bir peygamberin terbiyesi altında yetişmiş bir kişinin imanın dışında bir kurtuluş araması bize inanç ve inançsızlık için çevrenin mutlak etkisinin olmadığını ifade etmektedir.

C. HZ. NUH VE LUT’UN EŞLERİ

Bu iki kadın Kur’ân’da aynı yerde birer misal olarak zikredilirler. Hem de kocaları birer peygamber olmasına karşılık inkarcılara örnek olarak gösterilirler. Tahrim süresinde onlar şu şekilde anlatılırlar:

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلاً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا اِمْرَأَةَ نُوحٍ وَاِمْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئاً وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ

Allah, kâfirlere Nûh’un eşi ile Lût’un eşini misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): ‘Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de girin!’ denilir” (Tahrim 66/10) Bu iki kadın zahirde inanmış gibi görünür ve nifaklarını gizlerlerdi.

Ayette de vurgulandığı üzere, peygamberi inkar ettiklerinden dolayı kendilerinin iki iyi kulun eşi olmaları onlara hiç bir fayda sağlamamıştır. Bundan dolayı şayet inkar etme, ne kadar bir peygamber yakını olunsa bile kişiyi kurtarmamaktadır. Bu durumda kişiler en uzaktakiler gibi değerlendirilirler.[13] Tefsirler bu ayetle alakalı olarak daha çok âhirette peygamber akrabası olmanın bile bir fayda sağlamayacağı, dolayısıyla herkesin kendi yaptıklarına dikkat etmesi gerektiğini belirtirler. Kafire şefaat caiz değildir. Zira; en kuvvetli münasebet zevciyet münasebetidir. Onun bile faydası yoktur.[14] Ancak biz ayetten ne kadar iyi bir çevrede olursa olsun, kişi aklını kullanmazsa ve düşünmezse inanma problemi yaşayacaktır. Zira, Kur’ân’da inanmadığı anlatılanlara verilen Hz. Nuh ve Lut’un hanımları Hz. Nuh’un oğlu gibi bazı örnekler, inanmak için aklı ve düşünceyi kullanmanın şart olduğunu göstermektedir.

D. HZ. PEYGAMBERİN BAZI YAKIN AKRABALARI

Araplarda kabilecilik çok ileri olmasına ve insanların kendi kabilesinden birinin yaptığı şeyi körü körüne kabul etmesine rağmen amcası Ebû Leheb Hz. Peygambere inanmamış hatta daha ileri giderek onun azılı düşmanlarından biri olmuştur. Mesed suresi onunla alakalı olarak nazil olmuştur:

تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ  مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ  سَيَصْلَى نَاراً ذَاتَ لَهَبٍ  وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ  فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ

Kurusun Ebû Leheb’in elleri. Zaten de kurudu! Ona ne malı, ne de yaptığı işler fayda verdi! O, alev alev yükselen ateşe girecek, eşi de boynunda bükülmüş urgan olarak, o ateşe odun taşıyacak.”

Hz. Peygamber وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ “Önce en yakın akrabalarını uyar.” âyeti nazil olunca, halkı toplamış ve onlara şayet inanmazsanız size şiddetli bir azabın uyarısıyla geldim demiş ve Ebû Leheb: ‘Yuh sana! Bizi bunun için mi topladın’ demiş ve halkı da etkilemiştir.[15] Ebû Leheb Hz. Peygamberin akrabalarındandır. Hz. Peygamberin hayatı boyunca yalan söylemediğini, dolayısıyla o anda da yalan söylemediğini çok iyi biliyordu. Zaten Hz. Peygamberi yalancılıkla itham etmek yerine, ona: ‘Yuh sana! Bizi buraya bunun için mi topladın?’ demesi de bunu göstermektedir. Bu da gösteriyor ki, insan inanmamaya şartlanınca, doğru ne kadar kuvvetle söylenirse söylensin inançsızlık devam edecektir.

Ebû Talib de bu konuda önemli bir örnektir. O kabilecilik tavrıyla hayatının sonuna kadar Hz. Peygamberi koruyup kollamıştır. Vefatına yakın bir zamanda Hz. Peygamber Ebû Talib’in yanına girmiştir. O sırada Ebû Cehil ve Abdullah ibn ebi Ümeyye vardı. Hz. Peygamber Ebû Talib’e: Ey amcacığım! La ilahe illallah de kıyamet günü senin için onu delil yapayım demiştir. Bunun üzerin Ebû Cehil: Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun demiş ve Ebû Talib de Abdulmuttalib’in dini üzereyim diyerek vefat etmiştir.[16] Ebû Talib Hz. Peygamberi çok iyi tanıyor ve söyledikleri hususunda samimi olduğunu biliyordu. Ancak çevresinin dinini değiştirdi şeklinde bir eleştiri yapacağını düşünmesi onun inancına engel olmuştur.

 

[1] Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’ân, c. 2, s. 340.

[2] Kutup, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur’ân, c. 3, s. 1821.

[3] Razi, Mefatîhu’l-Gayb, c. 17, s. 166.

[4] Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit onlar: “Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet ve tenzih etmekteyiz” dediler. Allah: “Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim” buyurdu. (Bakara 2/30) Bu ve benzeri ayetler Hz. Ademin yaratılışını peygamber olarak seçilişini çok sarih ifade etmektedir.

[5] Eski Ahid, Yaratılış, 4:1-16.

[6] Ayrıntılı bilgi için bk. Razi, Mefatîhu’l-Gayb, c.11, s. 202-212.

[7] A’raf 7/59.

[8] A’raf 7/60.

[9] Hud, 11/27.

[10] Ankebut 29/14.

[11] Mehmet Vehbi, Hulasatü’l-Beyân, c. 6, s. 2345.

[12] Mehmet Vehbi, Hulasatü’-Beyân, c. 6, s. 2346.

[13] Razi, Mefatihü’l-Gayb, c. 30, s. 49.

[14] Mehmet Vehbi, Hulasatü’l-Beyân, c. 14, s. 6007.

[15] Buhari, Tefsiru sureti’l-Mesed, 1

[16] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 3, s. 153

Author: Osman KARYAĞDI - min read. - Post Date: 12/16/2019