Hayatın İçindeki Tasavvuf ve Cüneyd-i Bağdâdî -1





Author: Dr. Halim ÇALIŞ - min read. - Post Date: 12/02/2019
Clap

Kısaca İslâm’ın ruhî hayatı diyebileceğimiz tasavvufta birbirinden farklı pek çok anlayış; özellikleri değişik bir çok yol ve yöntem ortaya konulmuştur.

Tasavvufun pek çok tarifi yapılmıştır. Bu tariflerden toplu bir netice çıkaracak olursak onu, “bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılıp, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamak”1diye tanımlayabiliriz. Kısaca İslâm’ın ruhî hayatı diyebileceğimiz tasavvufta birbirinden farklı pek çok anlayış; özellikleri değişik bir çok yol ve yöntem ortaya konulmuştur. Sofiye, genel çizgileriyle başlıca iki gruba ayrılır:

1- İlim yörüngeli hareket edip, mârifet kanatlarıyla vuslat arayanlar.

2- Mücerret zevk, vecd ve keşif yolunda gidenler.

İkinci yolda, bazen keşif, keramet, zevk ve vecd arzusuyla his ve beklentiler öne çıktığından bu yolun, birincisi kadar selâmetli olmadığı belirtilmiştir.2 İşte çalışmamıza mevzu olan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, yukarıda kaydedilen “selâmetli yol”u temsil eden, tasavvufun önde gelen isimlerinden birisidir.

 

Cüneyd-i Bağdâdî

İsmi Ebu’l-Kasım, el-Cüneyd b. Muhammed b. el-Cüneyd el-Bağdâdî el-Hazzâz’dır. Ailesi Nihavend asıllıdır3 ama kendisi Bağdat’ta doğmuş ve orada vefat etmiştir. Doğum tarihi kesin bilinmemekle beraber, H. 220’den sonraki yıllar olarak kaydedilmektedir.4 Dedeleri ticaretle meşgul olan Cüneyd-i Bağdâdî “hazzâz” yani ipek tüccarı, babası “kavârîrî” yani cam tüccarı, dayısı Serî de “sakatî” yani baharat ve tuz tüccarı idi.5 H. 297, M. 910 senesinde vefat etmiş, cenazesine altmış bin kişi katılmış ve Bağdat’ta meşhur zâtların mezarlığı olarak tanınan Şunîziye’ye6 dayısı Serî b. Mugallis es-Sakatî’nin (251/865) yanına defnedilmiştir.7

Cüneyd-i Bağdâdî, Bağdat’ta sufilerin tevhid anlayışını ilk ortaya koyan kimse olarak tanınır. Onun hakkında İbnü’l-Esir (630/1233) şöyle der: “O, zamanının imamıydı. Ulema onu tasavvuf yolunun şeyhi saymıştır. Çünkü o, yolunu Kitap ve Sünnet kaideleri ile sağlamlaştırmış, zemmedilen akidelerden sakınmış, gulâtın (orta yolu bırakıp aşırıya gidenlerin) şüphelerinden uzak kalmış, şeriatın itiraz edeceği her hâlden salim olmuştur.”8

Yaşadığı dönemde Bağdat’ta o kadar tanınmıştır ki sadece sufiler değil her kesimin ilgisine mazhar olmuştur. Onun meclisine ediplerin sözlerindeki belâgat için, mütekellimlerin de konuşmalarındaki derin mânâlar için katıldıkları nakledilmektedir.9 Onun şöhreti kendi devri ve Bağdat’la da sınırlı kalmamış, ulema tarafından o, günümüze kadar yaşamış olan bütün sufilerin önde gelen imamlarından sayılmıştır.10

 

Şer’î İlimlere Karşı Tavrı

Tasavvuf temelde Kur’ân ve Sünnet’e dayanır.11 Ama buna rağmen “Bir hakikatin iki ayrı yüzünden ibaret olan dinin ahkâmı ile murâkabe, riyâzât, mücahede gibi dinin ruhu birbirinden ayrı zannedilerek, bunlardan biri zâhirperestlik, diğeri de bâtınîlik vehmiyle birbirine düşman gibi gösterilmişlerdir. Vâkıa bu ayrılık, biraz da, zâhir-i şeriatın fakîhler ve müftîler tarafından, diğerinin de mutasavvıflarca temsil edilmesiyle destekleniyor gibi görünse de, buna, herkesin daha yatkın olduğu mesleği öne çekip çıkarması şeklinde bakmak da mümkündür.”12

Tasavvufun esası, zâhiren şeriat âdâbına riâyet, bâtınen de o âdâba vukuf13 olmasına rağmen tasavvuf yolunu tutmuş bazı nakıslar, Fıkıh, Hadis gibi ilimlerle meşgul olanları küçümseyebilmişlerdir. Ancak kâmil mutasavvıflar bu hataya düşmemişlerdir.14 İşte Cüneyd-i Bağdâdî bunlardan birisidir.

Bazı sufilerin zâhir ilimlerine karşı olumsuz tavırlarına mukabil Cüneyd-i Bağdâdî, bu ilimlere çok ehemmiyet vermiştir. Onun bu hususiyetini kendisine izafe edilen sözlerinde müşahede etmekteyiz: “Ebû Ubeyd (224/838) ve Ebû Sevr’den (240/854) hadis öğrendim, Haris el-Muhasibî (243/857) ve Serî b. Mugallis’in (251/865) sohbetlerinde bulundum. Bizim ilmimiz Kitap ve Sünnet’le mazbuttur. Kim tasavvuftaki seyr-i sülûkundan önce Kur’ân, hadis ve fıkıh öğrenmezse ona uyulamaz.”15

Görüldüğü gibi Cüneyd-i Bağdâdî, yeterli ilime sahip olmayanların tasavvufa girmesini hoş karşılamamaktadır. Bu konuda dayısı Serî de onu uyarmış; “Allah seni sufi muhaddis değil, muhaddis sufi yapsın.” demiştir.16 Bununla tasavvufta derinleşmeden önce şer’î ilimlerin öğrenilmesi gerektiğini ve ilimsiz tasavvufa dalmanın tehlikeli olduğuna dikkat çekmişti. Bu nasihatleri da dikkate alan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, tasavvufa sülûkundan önce ilim tahsilini ikmal etmiştir. Fıkıh ilmini İmam Şafiî’nin (204/820) talebesi Ebû Sevr’den (5. 240/854) almıştır. Henüz genç yaşında fıkıhta o dereceye ulaşmıştır ki Ebû Sevr’in meclisinde yirmi yaşında fetva vermeye başlamıştır.17 Hatta Ebû Sevr’in huzurunda bile fetva verdiği rivayet edilir.18 Kendisinden istifade ettiği bir başka fakih de İbn Süreyc’tir (306/918).19

“Cenab-ı Hak yarattığı bütün ilimlerde bana bir pay ayırmıştır.”20 diyen Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’ne sahip olduğu ilmi nereden aldığı sorulunca; “Otuz sene şurada Allah’ın huzurunda oturmaktan…” diyerek evindeki merdivenin altını göstermiştir.21

Talebesi el-Huldî onun hakkında: “Hocalarımız arasında Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nden başka kendinde hem ilmin hem de hâlin birleştiği bir kimse görmedik. Onların çoğunun ilmi oluyor ama ameli olmuyor; bazısının da ameli çok olmasına rağmen ilmi az oluyordu. Hazreti Cüneyd’in ise hem ilmi hem de yaşayışı mükemmeldi. Onun ilmini görsen hâline tercih ederdin, hâlini görsen ilmine tercih ederdin.” der.22

Onun ilme verdiği ehemmiyeti bir şahsa nasihat ederken söylediği şu sözlerde de görebiliriz: “Delikanlı, başına ne gelirse gelsin ilimle bağını koparma. Gençken, ihtiyarken, hastayken, sıhhatliyken ilim hep senin dostun olsun.”23

Hadis ilmiyle de meşgul olmuştur. Ama onun sadece bir hadis rivâyet ettiği kaydedilmiştir.24

Cüneyd-i Bağdâdî’nin, Fıkıh, Hadis ve Tasavvuf’ta olduğu gibi Kelâm ilmine de önem verdiğini söyleyemiyoruz. Sözlerinden Onun Kelâm’a karşı bir tavır içinde olduğu anlaşılmaktadır. Aslında o, Kelâm’a vâkıftır, ancak bir kelâmcı sayılamaz. Serî es-Sakatî’nin ikazıyla Kelâm ile ilgili tartışmalardan uzak durmuştur.

Haris el-Muhasibî’nin (243/857) sohbetlerine devam ederken Serî (251/865), onu Muhasibî’nin istidlallerine karşı uyarmıştır. Kendi metotlarını kullanarak Mu’tezile’ye cevap verdiğinden dolayı Muhasibî, Ahmed b. Hanbel’in (241/855) tenkitlerine hedef olmuştu. Onun bu hâlini Serî de benimsemiyordu ve bu hususta Cüneyd-i Bağdâdî’ye dikkatli olması için uyarıda bulunmuştu. O, bu uyarıyı dikkate alarak Kelâm’a meyletmemiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin, kelâmcıların metotlarını benimsemediğine şu hâdise şahitlik etmektedir: Bir gün münakaşa eden kelâmcıları görür, bunların kim olduklarını sorar, onların Cenab-ı Hakk’ı tenzih etmek için deliller ortaya koyan mütekellimler oldukları söylenince; “Kendisinde eksiklik olmayanı eksiklikten tenzih etmek kusurdur.” der.25 Onun Kelâm hakkındaki düşüncelerini şu sözünde de okumamız mümkündür: “Kelâm’ın verdiği en az zarar kalbden Rabb’in heybetini düşürmesidir. Kalb heybetten sıyrılırsa imandan da sıyrılır.”26

Kelâm’a meyletmemekle birlikte Cüneyd-i Bağdâdî, zamanının kelâmcılarıyla diyalog kurmuştur. Bunlar içinde Muhasibî vardır. Muhasibî’den başka Ebu’l-Kasım el-Ka’bî (Mu’tezilî) ve İbnü’l-Küllâb (240/854), Hazreti Cüneyd’in görüştüğü kelâmcılardan önemli isimlerdir.27 Ebu’l-Kasım el-Ka’bî, “Belîğler sözlerinin güzelliğinden, felsefeciler mânâlarının inceliğinden, mütekellimler ilminin faikiyetinden dolayı sohbetlerine iştirak ederlerdi. Onun kelâmı mütekellimlerin anlayış ve ilimlerinden üstündü.” der.28 Bir mütekellimin de (İbnü’l-Küllâb olduğu söylenir), onunla muhaveresi sonunda “Bunun sözlerine muaraza edilmez.” dediği nakledilir.29

 

Tasavvufu

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, şer’î ilimlere vâkıf olunca tasavvufa yöneldi. Serî es-Sakatî, Hasan b. Arafe, Muhasibî, Ebû Hamza el-Bağdâdî’den tasavvuf dersleri aldı. Ondan da Cafer el-Huldî, Ebû Muhammed el-Cerirî, Ebû Bekir eş-Şiblî (334/945), Muhammed b. Ali b. Hubeyş, Abdulvahid b. Alvan ve pek çok kimseler ders aldılar.30

Cüneyd-i Bağdâdî’nin mensup olduğu Bağdat Tasavvuf Okulu’nun iki kurucusu Serî ve Muhasibî’dir. Bu okulun ilgilendiği ana konu tevhid idi. Bu okul mensupları tevhid ile ilgili bilgilerini çok ileri bir seviyeye çıkarmışlar, doktrinlerini geliştirip sistemlerini kurmuşlar ve bunu gizli gizli öğretmişlerdir. Onlara göre bunlar sırdı ve bu sırrın yayılmaması için görüşlerini kendi icat ettikleri özel bir terminoloji içinde işarî olarak ifade ediyorlardı. Serrac’ın (378/988) Lüma’da kaydettiğine göre Cüneyd Hazretleri tasavvufun esrarı üzerine konuştuğu zaman kapıları örterek konuşurdu.31 “Sofiye bir evin ehlidir, onların içine başkası giremez.”32 sözünde onun, tasavvufunun mahremiyetini vurguladığını görüyoruz. Siyasete hiç karışmayan Cüneyd-i Bağdâdî’nin, fikirlerini gizlilik içinde öğretmesinin sebeplerinden birisi, halkın yanlış anlamalarına fırsat vermemek; bir diğeri de idarecileri tahrik etmemekti. O, Karmatîler gibi değerlendirilmemek için çok çaba sarfetmiş, hatta talebesi olan Hallâc’ı (309/922) dahi yanından uzaklaştırmıştır. Zira bu dönemlerde Sufiler sıkı gözlem altında tutuluyor ve devamlı tutuklanıp hapse atılıyorlardı.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin hayatının sonlarına doğru Bağdat Tasavvuf Okulu çok baskılara maruz kalmıştı. Gulâmu’l-Halil adındaki birisi onları halifeye şikâyet etmiş, çok defa mahkemelere celbedilmişlerdi.33 Cüneyd-i Bağdâdî bu mahkemelerde, kendisini sadece bir fakih olduğunu söyleyerek kurtarmıştır.34

Bu baskılar Hazret’i ihtiyata sevketti: Talimatlarını Kur’ân’a ve Sünnet’e dayandırmaya daha da özen gösterdi. Halkın taşkınlıklarını frenleme lüzumunu hissetti. Siyasetle ve idareyle arasındaki mesafeyi korudu. Hatta arkadaşı Ruveym’e kadılığı kabul etmesinden dolayı çok kızmış, onun bu hareketini dünya sevgisine bağlamıştır.35

Muhasibî, Cüneyd-i Bağdâdî ile olan diyaloglarından anlaşıldığı kadarıyla onun insanlar arasına girmesinde bir sakınca görmüyordu. Ancak Serî, ona devamlı uzlet hayatı yaşayıp insanların içinde bulunmamasını salıklıyordu.36 “Kim dinini ve bedenini korumak istiyorsa uzlete çekilsin, zira zaman uzlet zamanıdır.”37 diyen Cüneyd-i Bağdâdî’nin teşvik ettiği uzleti, aşırılıktan uzak mutedil bir uzlet olarak anlamak durumundayız. Zira onun hayattan tamamen el etek çekmeyip insanlara faydalı olma gayreti içinde yaşadığını, hatta ticaretle meşgul olup hatırı sayılır bir servet edindiğini kaynaklardan okumaktayız. Ayrıca aşağıda da değinileceği üzere onun benimsediği sahv yolu, sufinin hayatın içinde yer almasını sağlar. Belki de yukarıdaki sözünde önemini vurguladığı uzlet, onun hayatının bir dönemine ait olan uzletti, hayatının ve seyr-i sülûkunun sonraki dönemlerinde bunu dengeleme yoluna gitmişti.

“Bizim tasavvuf ilmimiz Resûlüllah’ın hadisine bağlıdır.” diyen Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, tasavvuf anlayışını şer’î ilimlerle temellendirir. Aynı zamanda onun tasavvufu tamamen tecrübeye dayanır. Aşağıda da temas edeceğimiz üzere onun ortaya attığı nazarî hususlar da tamamen tecrübeye dayalı iç müşahedelerdir. Başka bir ifadeyle onun teorilerine pratikleri yön verir. Bu hususu kendisi şu şekilde ifade etmektedir: “Biz tasavvufu kîl ü kâlden almadık; açlıktan, dünyayı terk etmekten ve alışılan şeyleri bırakmaktan aldık.”38 Bir keresinde kendisine bir sual sorulduğunda müsaade istemiş, sonra onu kendisinde tecrübe edip öyle cevap vermiştir.39

Bir gün elinde tesbih gördüklerinde “Sen o kadar yüksek mertebelere erişmene rağmen hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sorarlar, o da cevaben “Evet, (şayet) biz (bahsettiğiniz) bu mertebelere (ulaştıysak) işte bununla ulaştık, asla onu terk etmeyiz.” der.40 Bu misalde onun hem amele (pratik) çok ehemmiyet verdiğini hem de belli bir seviyeden sonra ibadetler hususunda gevşemekten sakındığını görüyoruz. Hakikaten, ibahiliğe kayan, ulaşılan bazı makamlarda mükellefiyetlerin düşeceğini iddia eden mutasavvıflar olmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî’nin ise bu hususta hiç müsamahası yoktur. Nitekim bir adam ona mârifetten bahseder ve der ki: “Allah’ı bilenler O’na taat ifade eden hareketleri terk ederler.” O şöyle cevap verir: “Bu, amelleri ortadan kaldırmak isteyenin sözüdür ve hırsızlıktan ve zinadan daha büyük bir günahtır. Allah’ı bilenler, amelleri Allah’tan almışlar ve amellerde O’na dönmüşlerdir. Eğer bin sene yaşamış olsam amellerde zerrece eksiklik göstermem.”41 Yine bir keresinde Ebu’l-Hüseyn en-Nurî’nin (295/908) yedi gün sekir içinde döndüğünü duyunca ilk olarak namazlarını sormuş, kıldığını öğrenince de Allah’a hamdetmiştir.42 İşte onun bu derece dinin emirlerine bağlılığı kendinden sonra gelenlerin takdirine mazhar olmuş ve mutasavvıf olsun olmasın herkes onu örnek bir insan kabul etmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’ye nispet edilen pek çok söz ve keramet vardır.43 Onun kendi tasavvuf yolunu anlattığı iki sözünü kaydetmek istiyoruz:

“Bizim işimiz dört husus üzerine bina edilmiştir: Ancak vecdden dolayı konuşuruz, ancak zor durumda kalınca yeriz, ancak uyku tahammülü aşınca uyuruz, ancak haşyetten dolayı susarız.”44

“Her ümmetin bir özü vardır, bu ümmetin özü de sufilerdir.”45

O, tasavvufun sekiz temel üzerine kurulduğunu söyler ve her birinin yorumunu peygamberlerle yapardı:

  1. Cûd (cömertlik): Hazreti İbrahim cömertti.
  2. Rıza: İshak Peygamber’in en belirgin özelliğiydi.
  3. Sabır: Eyyûb Peygamber sabır kahramanıydı.
  4. Gurbet (inziva): Yahya Peygamber’in alâmetiydi.
  5. Sûf (yün): Musa Peygamber yün giyerdi.
  6. Seyahat (yolculuk): İsa Peygamber’in nişanesiydi.
  7. İşare (alâmet, giz): Zekeriya Peygamber’e özgüydü.
  8. Fakr (yoksulluk): Peygamber Efendimiz’in övündüğü bir hâldi.46

Biri ona sufilerin konuşmaları hakkında sormuş o da “Sufiler konuşmaya malik değillerdir.” demiştir. Bununla sufilerin konuşmalarının ilham eseri olduğunu kastetmiştir.47 Nitekim önceden söylediği sözlerini tekrar etmesi istendiğinde “Bunları içime atan ve ağzıma söyleten Allah’tır. Bu sözler kesbî malûmat ürünü değildir. Allah bunları bana ilham ediyor ve söyletiyor.” demiştir.48

Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Yezid’in (234/848) şatahatlarına şerhler yazmıştır ki hâlen Serrac’ın (378/988) Lüma’ adlı eserinde mevcuttur. Hazret, onun sözlerine şerhler yazmakla beraber bu sözleri ona yakıştıramamıştır. Temkini esas alan Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre bu türlü şatahatlar mübtedilerin hâlidir. Tasavvufta kemal ve nihayete ulaşanlar bu türlü hâlleri aşarlar.49

Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerinden Cüreyrî, Fıkıh’ta ve Kelâm’da çok iyi yetişmiştir ve kendisinin vefatından sonra vasiyeti üzerine o halef olmuştur. Yine talebelerinden eş-Şiblî (334/945), cezbesi, vecdi ve şatahatları ile meşhurdur. En meşhur talebesi ise Hallâc’dır (309/922). Mutasavvıflardan bir kısmı tarafından kabul edilen, bir kısmı tarafından ise fena nazariyesini müfrit bir dille ifade ettiği için benimsenmeyen Hallâc, Hicr’ı 309 senesinde idam edilmiştir. Ebû Said İbnü’l-Arabî adlı talebesi sufi olmakla beraber aynı zamanda bir muhaddis ve bir fakihti. İhtimal kendi kitaplarıyla birlikte diğer sufi kitapları Ebû Said vasıtasıyla Batı dünyasına geçmiştir. Dolayısıyla Doğu’nun tasavvuf düşüncesi onun vesilesiyle Batı’ya intikal etmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî’nin bir önemli talebesi de Cafer b. Muhammed el-Huldî’dir. Tahsiline bir muhaddis olarak başlayıp tasavvufa sülûk etmiştir. Tasavvuf ilimlerinde, hikâyelerinde ve siyerlerinde kaynak olarak kabul edilir. Eserleriyle tasavvuf büyüklerini tanıtmıştır.

 

Kaynaklar

1 Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Tasavvuf.

2 Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Sofi.

3 Zirikli, el-A’lâm, 2/141.

4 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 14/66.

5 Bağdâdî, a.g.e., 7/241; Zirikli, a.g.e., 2/141.

6 İbn Hallikan, Vefeyatü’l-A’yan, 1/375.

7 Bağdâdî, Tarihu Bağdat, 7/248; İbn Mülakkin, Tabakatü’l-Evliya, s.134; Zirikli, a.g.e., 2/141.

8 Zirikli, a.g.e., 2/141.

9 Bağdâdî, a.g.e., 7/243.

10 Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliya, 2/12.

11 Bkz.: Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Menşei İtibarıyla Tasavvuf.

12 Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Menşei İtibarıyla Tasavvuf.

13 Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Tasavvuf.

14 Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, Menşei İtibarıyla Tasavvuf.

15 Bağdâdî, a.g.e., 7/243; Sübkî, Tabakatü’ş-Şâfiiyye, 2/274.

16 Süleyman Ateş, Cüneyd-i Bağdâdî Hayatı Eserleri ve Mektupları, s.9 (Ebû Talib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb’den naklen).

17 Sübkî, a.g.e., 2/260.

18 Bağdâdî, a.g.e., 7/242; İbn Cevzî, Sıfatü’s-Saffe, 1/478.

19 Sübkî, a.g.e., 2/260; İbn Hallikan, a.g.e., 1/373.

20 Bağdâdî, a.g.e., 57/242; İbn Cevzî, a.g.e., 1/575; Zehebî, a.g.e., 14/67.

21 Sübkî, a.g.e., 2/261.

22 Bağdâdî, a.g.e., 7/ 242; İbn Cevzî, a.g.e., 1/575.

23 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 10/257.

24 Sübkî, a.g.e., 2/ 267; İbn Cevzî, a.g.e., 1/ 578.

25 İbn Haldun, Mukaddime (terc. Süleyman Uludağ), s.1090.

26 Zehebî, a.g.e., 14/68. Bizim burada Kelâm ilminin ve metotlarının meşruiyetini tartıştığımız zannedilmemelidir. Biz sadece Cüneyd-i Bağdâdî’nin şer’î ilimlere ve onlardan birisi olan Kelâm’a karşı tavrını ortaya koymaya çalışmaktayız. Yaşadığı dönem itibara alındığında Cüneyd-i Bağdâdî’nin Kelâm’a karşı olan olumsuz tavrı belki mazur görülebilir ama zamanla değişen şartların Kelâm’ın metotlarını gerekli kıldığı görüşü çoğunluk tarafından benimsenmektedir.

27 Bağdâdî, a.g.e., 7/243; Zehebî, a.g.e., 14/67.

28 Bağdâdî, a.g.e., 7/243; Sübkî, a.g.e., 2/260; Zehebî, a.g.e., 14/67.

29 Zehebî, a.g.e., 14/69.

30 Zehebî, a.g.e., 14/66-67.

31 Ateş, a.g.e., 39.

32 İbn Mülâkkin, a.g.e., s.127.

33 Ateş, a.g.e., s.40.

34 Kuşeyrî, er-Risale, s.248.

35 Ebû Nuaym, a.g.e., 10/268.

36 Ebû Nuaym, a.g.e., 10/255.

37 Kuşeyrî, a.g.e., s.104.

38 Bağdâdî, a.g.e., 7/246; Ebû Nuaym, a.g.e., 10/278; Sübkî, a.g.e., 2/266.

39 Bağdâdî, a.g.e., 7/246.

40 Bağdâdî, a.g.e., 7/245; İbn Mülâkkin, a.g.e., s.128.

41 Ebû Nuaym, a.g.e., 10/278.

42 Ateş, a.g.e., s.65.

43 Bağdâdî, a.g.e., 7/241-242.

44 Beyhakî, Kitabu’z-Zühdi’l-Kebîr, 2/177.

45 İbn Mülâkkin, a.g.e., s.28.

46 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ (çev.: Sait Aykut, Enver Günenç, Yahya Atak, Abdulhamit Birışık, Fuat Aydın, Sahabeden Günümüze Allah Dostları) 3/267.

47 Ateş, a.g.e., s.72.

48 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 11/121.

49 Ateş, a.g.e., s. 31-32.

Author: Dr. Halim ÇALIŞ - min read. - Post Date: 12/02/2019