Müspet Hareket veya Cihad: Bediüzzaman Örneği
İslâm adına yapılan her türlü aktivite cihaddır. Her gün düzenli olarak namaz kılmak, bazen sıcak günlerde oruç tutmak da cihad kapsamı içine girer. Bütün bir hayatı içine alacak şekilde nefsimiz ile ruhumuz arasında verdiğimiz sürekli mücadelenin adı cihaddır.
Cihad, kelime olarak ج ه د kökünden gelen Arapça bir kelimedir. Çalışmak, çabalamak, gayret etmek gibi anlamları vardır. Bu mânâda cehdetmek şeklinde Türkçe’de de kullanılır.
Aynı kökten gelen ictihad – اَلْاِجْتِهَادُ, kelimesi meşakkati yüklenme adına olanca takati göstermektir.
Cihad – الجهاد ve mücahede – المجاهدة kelimeleri ise düşmana karşı yapılan müdafaada bütün gücü harcamaktır ki, bu müdafaa, zâhirdeki düşmana, şeytana ve nefse karşı yapılır. (Ragıb, Müfredat, c-h-d mad.)
“İslâm adına yapılan her türlü aktivite cihaddır. Her gün düzenli olarak namaz kılmak, bazen sıcak günlerde oruç tutmak da cihad kapsamı içine girer. Bütün bir hayatı içine alacak şekilde nefsimiz ile ruhumuz arasında verdiğimiz sürekli mücadelenin adı cihaddır.” (Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm, s.96)
Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir büyük savaştan dönüşte arkadaşlarına: “Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” demişti. Arkadaşlarından birisi büyük cihadın ne olduğunu sorunca Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Kişinin heva ve hevesine karşı gerçekleştirdiği savaştır ki, bu cihadın en büyüğüdür.” buyurdu. (Feyzü’l-Kadîr, 4/511; Keşfü’l-Hafâ, 1/511)
Bu sebeple cihad, “Bizi Allah’tan uzaklaştıracak her şeye karşı uyanık ve tetikte olmak; Allah’ın bizim şahıslarımızda ve İslâm toplumunda murat ettiği uyumu gerçekleştirmek adına verilen gayrettir.” (Nasr, İslâm, s.97) “Cihad, öze erme ve erdirme adına yapılan niyet ve aksiyonun adıdır. Onun büyük olanı; insanın gücünü kullanarak, kendini zorlayarak, hayatın akışına ters mânilere göğüs gererek kendi özüne ermeye çalışmasıdır. Bir de, aynı şeyin başkalarını özleriyle bütünleştirmek için yapılanı vardır ki, onun adı da küçük cihaddır.” (Fethullah Gülen, Cihad, s.13) “Cihad, kulları ile Allah (celle celâluhû) arasındaki engelleri ortadan kaldırıp, insanları Allah (celle celâluhû) ile buluşturmanın adıdır ve Peygamber mesleğidir. (Gülen, a.g.e, s.13) “Cihad, çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Bazen bir söz söyleme veya susma, bazen sadece yüz ekşitme veya bir tebessüm atfetme, bazen bir meclisi terketme ya da bir yerde bulunma, kısacası yapılan her işi Allah için yapma, sevgi ve öfkeyi O’nun rızasına göre ayarlama, bütünüyle cihadın şümulüne girer. Bu şekilde hayatın her sahasında, cemiyetin her kesiminde toplumu ıslah adına sürdürülen her türlü gayret, cihad cümlesindedir.” (Gülen, a.g.e., s.19)
“Cihad, nefse, şeytana, inançsızlara ve münafıklara karşı verilen mücadeledir. Nefis planında cihad, dini öğrenmek, bildiğini hayata geçirmek, başkalarına anlatmak, Allah’ı ve dinini insanlara anlatırken başa gelen zorluklara sabretmek suretiyle olur. Şeytana karşı yapılan cihad, onun itikat ve amel noktalarında kalbe verdiği vesveselerin önünü almaya çalışmak ve onun telkin ettiği bayağı arzulara karşı direnmek şeklinde kendini gösterir. İnançsızlara ve münafıklara karşı cihad ise dil, mal, can ve gerektiğinde de kuvvet ile olur.” (İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd, 3/24-25)
Modern ilimlerle donanıp, terakkinin en müthiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve fikrî ihtilâfa karşı verilen mücadelenin adı da yine cihaddır. (Nursî, Divân-ı Harb-i Örfî, s.57)
Kur’ân’da Cihad Kelimesi
Kur’ân’da cihad kelimesi bir çok yerde zikredilir:
“Her kim cihad ederse, kendi hesabına cihad eder. Şüphe yok ki Allah, âlemlerden müstağnidir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” (Ankebût sûresi, 29/6);
“Peygamber ile beraberindeki müminler hem mallarıyla, hem de canlarıyla cihad ettiler. Hayırların her türlüsü onlarındır. Felâha erenler de onlardır.” (Tevbe sûresi, 9/88);
“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri Biz elbette hidayet eder, onlara doğru yolları gösteririz. Muhakkak ki Allah, her türlü işini iyi yapanlarla beraberdir.” (Ankebût sûresi, 29/69);
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak, üstelik çok kârlı bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne inanır, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için hayırlı olandır.” (Saff sûresi, 61/10-11) bu yerlerden bir kaçıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de cihad kelimesi değişik versiyonlarıyla 35 defa geçer. Kur’ân, “cihad” ile savaş mânâsına gelen “kıtal” kelimesini birbirinden ayırır. Bu hususu belirginleştirmek için savaş ile alâkalı âyetlerden bazılarını zikretmemiz yerinde olabilir:
“Saldırıya uğrayan müminlere savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğramışlardır. Hiç kuşkusuz Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter.” (Hac sûresi, 22/39);
“Hoşlanmasanız da size savaş farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bazı şeyler vardır, oysa ki onlar hakkınızda hayırlıdır. Hoşunuza giden öyle şeyler de vardır ki, sizin için bir şerden ibarettir. İşin hakikatini Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara sûresi, 2/216);
“Nice peygamberle birlikte birçok Rabbaniler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/146)
Hadislerde Cihad Kelimesi
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de, yeri geldiğinde cihaddan bahisler açmış, onu nazara vermiş, pek çok amellere olan üstünlüğünü ifade etmiştir:
“Hazreti Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah yolunda yapılan cihada hangi amelin denk olduğunu sordular. Rasûlüllah: ‘(Başka bir amelle) dedi, ona güç getiremezsiniz!’ Soruyu soranlar ikinci ve hattâ üçüncü sefer tekrar sordular. Resûlüllah her seferinde aynı cevabı verip: ‘(Bir başka amelle) ona güç getiremezsiniz!’” dedi. (Buhârî, cihad 2; Müslim, imâret 110)
“Hazreti Peygamber’e, en faziletli insanın kim olduğu sorulduğunda: ‘Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad eden kimsedir.’” buyurdu. (Buhârî, cihad 2; Müslim, imâret 122)
“Mücahid, Allah Teâlâ’nın dediklerini yapma hususunda nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizî, zühd 164)
“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” (Ebû Dâvûd, cihad 18; Nesâî, cihad 1)
“Cihad, kıyamete kadar devam edecektir.” (Ebû Dâvûd, cihad 33; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5/106)
Yukarıda zikredilen hadislerde bizzat cihad kelimesi geçmektedir. Bu hadislerinde Hazreti Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu kelimeyi bazen zâhirdeki düşmana karşı yapılan mücadele mânâsında, bazen de nefse ve şeytana karşı verilen mücadele mânâsında kullanmış, kısaca hem büyük hem küçük cihadı ifade buyurmuşlardır.
Bizzat cihad kelimesinin geçmediği, fakat o mânâyı ihtiva eden birçok hadis-i şerif de vardır. İmam Nevevî, bu hadisleri Riyazü’s-Sâlihîn adlı eserinin “Mücahede Bâbı” adı altında bir araya getirmiştir.
“Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Bir kimse Benim dostlarımdan birine düşmanlık ederse, Ben ona harp ilân ederim. Hiçbir kulum, farzlardan daha sevimli bir başka şeyle Bana yakınlık kazanmamıştır. Nafile ibadetlerle de durmadan kulum Bana yakınlaşır, nihayet Ben onu severim. Sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir talebi olursa onu yerine getirir, Bana sığınırsa onu korurum.”
“Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hazreti Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığı olurdu. O’na: Ey Allah’ın Resûlü, Allah Teâlâ, sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışlamış olmasına rağmen niçin böyle yapıyorsunuz?’ dedim. O: Şükreden bir kul olmayayım mı?’ buyurdu.” (Buhârî, teheccüd 6; Müslim, sıfatu’l-münafikîn 81)
“Yine Hazreti Âişe’den: “Ramazan ayının son on günü girince Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) gecelerini ibadetle geçirir, ailesini uyandırır, kendisini ibadete verir, başka işe bakmazdı.” (Buhârî, leyletü’l-kadr Müslim, i’tikâf 7)
“Suffe ehlinden olan Ebû Firas (radıyallâhu anh), bazı geceler Hazreti Peygamber’in evinde kalır, abdest suyunu ve diğer eşyalarını O’na getirirdi. Bir gün yaptığı bu güzel hizmetlerinden ötürü Allah Resûlü ona, ‘Benden bir şey iste.’ dedi. O: ‘Cennet’te seninle beraber olmayı istiyorum.” dedi. Resûl-i Ekrem, “Başka bir şey istesen!’ deyince o, en büyük arzusunun bu olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘O hâlde çok secde etmek suretiyle bana yardım et.’ buyurdu.” (Müslim, salât 226; Ebû Dâvûd, tatavvu 22)
Cihad konusunda Allah’ın ve Resûlüllah’ın ifadelerinden çıkan ana fikir ve mânâ şudur: Allah yolunda cihad etmek, bir ömrü bütünüyle Yüce Allah’ın emrettiği istikamette geçirmek, yaratılış gayesine uygun yaşamak, Allah’a lâyık bir kul olmak, Allah Teâlâ’yı ve Hazreti Resûlüllah’ı insanlara tanıtmak, O’nun dinine sahip çıkmak, bu gibi hususlarda cehd ve gayret sarfetmek, bunlarda başarılı olabilmek için mücadele etmek demektir. Savaş, cihadın gerektiğinde ve yeri geldiğinde yapılması gereken bir boyutudur.
Saadet Asrı’nın Cihadı
Allah Teâlâ, Hazreti Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ey örtüye bürünen! Kalk ve insanları uyar! Rabbinin büyüklüğünü an!” (Müddessir sûresi, 74/1-3) diyerek bizzat vazifesini bildirmişti. Artık, O (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç boş durmayacak, vazifeden dur olmayacaktı.
Yine o erken dönemlerde Cenâb-ı Hak: “Sakın kâfirlere itaat etme ve Kur’ân’a dayanarak onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad gerçekleştir.” (Furkan sûresi, 25/52) emrini verdi. Savaş izninin bu âyetten 12-13 sene sonra geldiğini düşünürsek, buradaki cihadın ne mânâya geldiğini anlayabiliriz. Bu âyet, bir yandan dil ve hâl ile cihadın, yani İslâm’ı ve Allah’ın kelimesini ilmen, aklen ve fikir planında yüceltmenin, anlatmanın ve pratikte örneğini sergilemenin önemini ve diğer taraftan, cihadın şartlara uygunluk içerisinde, içinde bulunulan durumun gereklerini karşılayacak bir tarzda yapılmasının lüzumunu göstermesi bakımından önemlidir.
Peygamberliğinin ilk üç yılında Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanları gizliden gizliye İslâm’a davet etti. Bu süre içerisinde sadece çok güvendiği insanlara İslâm’ı anlattı. Hazreti Hatice, Hazreti Ali ve Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anhüm) bu zaman diliminde Müslüman oldular. Hazreti Ebû Bekir’in gayretleriyle Hazreti Osman, Abdurrahman İbn Avf, Sa’d İbn Ebî Vakkas ve Talha İbn Ubeydullah (radıyallahu anhüm) gibi zatlar İslâmiyet’i seçtiler. (İbn Hişam, 1/280) Hazreti Ebû Bekir’in (radıyallâhu anh) bu ilk dönemde verdiği gayretin adı da cihad idi.
“Önce en yakın akrabanı azapla korkut!” (Şuarâ sûresi, 26/214) âyeti nâzil olunca, Hazreti Peygamber Safa Tepesi’nde bütün akrabasını topladı ve onları İslâm’a davet etti. (İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, 2/60-61) Zira tebliğ, ayn-ı cihad idi.
Peygamberliğinin dördüncü yılında Allah Resûlü’ne: “Sana emrolunan şeyi açıkça ortaya koy, müşriklere aldırma.”(Hicr sûresi, 15/94) âyeti nâzil oldu. Bu, İslâm’ı açıktan tebliğ etme emriydi. Artık Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), halkı açıktan İslâm’a çağıracaktı. Hazreti Erkam’ın evini, İslâm’a davette kullanmaya başladı. O dönemdeki cihad şekli, insanları bir şekilde Daru’l-Erkam’a getirip Resûlüllah ile buluşturmaktı.
Görmezlikten gelen, alay eden, bunlar fayda vermeyince de hakarete ve işkenceye başlayan Mekkeli müşriklere karşı yapılacak o dönemdeki cihad tarzı, onların eziyet ve baskılarına dayanmak ve tebliği durdurmamaktı. Öyle zor bir dönem idi ki, Allah Resûlü, eziyete maruz kalan müminlerin yanından geçiyor, ama dua etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. İşkenceden vefat edecek olan Yasir ailesini sadece Cennet’i müjdeleyerek teselli edebiliyordu. (İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd, 2/116; Ö. R. Doğrul, Asr-ı Saadet, 1/254)
Bir kısım Müslümanlar, Allah Resûlü’nün tavsiyesiyle Habeşistan’a hicret ettiler. Necaşi Ashame önünde direnen ve gerçekleri haykıran Hazreti Cafer, dinini Ashame’ye tanıtırken cihad vazifesini de yerine getirmiş oluyordu. (İbn Hişâm, 1/359-360)
Müşrikler işi iyice azıtmışlar, Müslümanları yok etmek için boykot kararı almışlardı. Üç yıl sürecek olan bu abluka döneminde kıtlık had safhaya varmıştı. Ebû Talip Müslümanlara epeyce maddî yardımda bulunmuş, Hazreti Hatice bu dönemde servetini tüketmişti. Bu zaman aralığında da İslâm’ı tebliğden dur olmayan ve sıkıntılara göğüs geren müminler, gerçek mücahidler idiler.
Yine o zor dönemlerde Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) evinde Kur’ân tilâvet ediyordu. Fakat o, Kur’ân’ını evinin iç odalarından birinde değil, cumbasında, dışa açılan bir bölümünde okuyordu. Sokaktan gelen geçenler Kur’ân’ı, Hazreti Ebû Bekir’den (radıyallâhu anh) dinliyor, onun o mahzun okuyuşundan etkileniyorlardı. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), o sıkıntılı dönemde bu işi yapmak suretiyle gönüllere Allah’ın Kelâmını duyurmaya çalışıyor, çok güzel cihad ediyordu.
Akabe biatlarında Allah Resûlü’nü tasdik eden Medineli Müslümanlar, dinlerini öğrenmek için bir hoca istediler. Hazreti Peygamber onlara Hazreti Mus’ab İbn Umeyr’i (radıyallâhu anh) gönderdi. O, dinini anlatma heyecanıyla dopdolu idi. Bir sene Medine’de kalmış, dönerken yetmiş tane yeni Müslüman’ı peşine takıp getirmişti. (İbn Hişam, Sîre, 2/76; İbn Sa’d, Tabakât, 1/220) Allah’ın dinine hizmet davasını güttüğü için, onun Medine’deki bu gayretlerinin adı yine cihaddı.
Ve bir gün cihad hicretle özdeşleşti. Mekke’de bunalan Müslümanlar, Medine’ye doğru yola çıktılar. Onlar, bu emri yerine getirirken aynı zamanda, “İman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler.. işte onlar Allah’ın merhametini umarlar. Allah pek affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.” (Bakara sûresi, 2/218) âyetine tam mazhariyet yolundaydılar.
Medine’ye yerleşildi. Aradan iki yıla yakın bir süre geçti. Bedir denilen yerde müşriklerle karşı karşıya gelindi. Ciddî mânâda ilk kılıçla cihad, o zaman gündeme geldi.
13 yıl Mekke ve 2 sene Medine hayatında Müslümanlar, müşriklerin karşısına kılıçla çıkmadılar. 23 senelik peygamberlik döneminin ilk 15 yılında Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve arkadaşları cihadlarını, dinlerini anlamak ve anlatmak, yaşamak ve başkalarını da yaşatmak yolunda yaptılar. Tahammül sınırlarını zorlayan eziyet ve işkencelere yıllarca sabrettiler. Kendi memleketlerinde yaşama hakkı tanınmayınca kalkıp başka bir yeri kendilerine yurt edindiler. Müşrikler onları orada da rahat bırakmadılar. Neden sonra artık savaş yapma izni çıktı: “Saldırıya uğrayan müminlere savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğramışlardır. Hiç kuşkusuz Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter.” (Hacc sûresi, 22/39) Bu, bir izindi.
Günümüzde Cihad
Yukarıda anlatılanlardan hareketle biz, günümüz cihadını ikiye ayırmayı düşünüyoruz. Bu düşünceye bizi sevkeden şey, cihadın genel ve geniş ifadesidir. O, bir müminin hem kendi şahsî hayatında, hem de sosyal hayat içerisinde Cenâb-ı Hakk’ın muradını takip etme, O’nun hoşnutluğunu arama cehd ve gayretidir.
1-Şahıs Planında Cihad
Günümüzde cihad adına müminler, ilk önce kendi özlerine erme adına mücadele etmelidirler ki bu, tasavvufi ifadesiyle hem tahliye – التخلية (arıtma) ve hem de tahliye -التحلية (süsleme) şeklinde olur. Dünyaya gelirken bir takım özellikleri de beraberimizde getiririz. Bu özelliklerden bazıları olumlu iken, bazıları da olumsuz görünür. İşte bu negatif özelliklerden kurtulma, daha doğrusu onları hayırlara kanalize etme gerekir. İşte bunu yapmaya çalışma, bunun mücadelesini verme, işin tahliye – التخلية yanıdır. Bu, nefsi, kin, nefret, öfke, inat, bencillik, kıskançlık, haset ve hatta gaflet, sorumsuzluk ve şerre temayül gibi olumsuz özelliklerden arındırmak, bir başka ifadeyle bu özellikleri hayırlara kanalize etmek, en azından devamlı baskı altında tutmak demektir.
Bir de ruha güzellikler katma, onu süsleme, zinetli hâle getirme azim ve gayreti vardır ki, buna da tahliye – التحلية denir. Ona, Kur’ân’ın salıkladığı ve Resûlüllah’ın bizzat yaşayarak gösterdiği yüksek ahlâkî değerlerle ruhu yüceleştirme çabası da diyebiliriz.
İşte, insanın kendi şahsında gerçekleştireceği cihadın büyügü budur. Yani o Allah’ın rızasına uyarlanmış bir hayatı yaşayabilme mücadelesi, hayrı işleyip, şerden kaçınma cehd ve gayretidir.
Kur’ân, kâmil müminin portresini şöyle çizer: “Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, yanlarında Allah zikredilince kalbleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rabbilerine güvenip dayanırlar.” (Enfal sûresi, 8/2) Bunun gibi Kur’ân’da müminleri tarif ve tavsif eden daha pek çok âyet vardır. İşte, cihadın büyüğü veya ferdî planda cihad, bu müminlerden olabilme gayretidir.