Ebû Tâlib el-Mekkî ve "Kûtu'l-Kulûb" Adlı Eseri





Author: Mustafa YILMAZ - min read. - Post Date: 03/21/2019
Clap

Bu çalışmada tasavvuf tarihinin önemli simalarından Ebû Talib el-Mekkî’nin hayat hikayesine kısaca değinilecek ve önemli tasavvuf klasiklerinden birisi kabul edilen eseri Kûtu’l-Kulûb’ün muhtevası hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

Büyük sûfî Ebû Tâlib el-Mekkî’nin (rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten) tam adı Muhammed İbn Ebi’l-Hasen Ali İbn Atiyye el-Hâris’dir. (İbn Hallikan, 4:303) İsminin yayılmasına vesile olan ve günümüze kadar ulaşan eserinin adı ise Kûtu’l-Kulûb fî Muâmeleti’l-Mahbûb ve Vasfı Tarîki’l-Mürîdi’l-Makâmi’t-Tevhid’dir. Müellifin ismi ve eseri çok meşhur olmakla beraber, maalesef hayatı hakkında bize kadar ulaşan bilgiler çok sınırlı kalmıştır. Müellifle aynı eseri paylaşan sûfîlerden Ebû Nasr Serrâc (Hicrî 378) ve Ebû Bekir Kelâbâzî’nin (Hicrî 380) ondan bahsetmemeleri bir yana, vefatından sonra tabakât kitapları yazan müelliflerden tamamına yakını da onun hakkında herhangi bir bilgi vermemişlerdir. Mesela, Sülemî (Hicrî 412) Tabakâtü’s Sûfiye’sinde, Ebû Nuaym el-Isfahânî (Hicrî 430) Hilyetü’l-Evliya’sında, İbnü’l-Cevzî (Hicrî 597) Sıfatü’s-Safve’sinde, Ferîdüddin Attâr (Hicrî 620) Tezkiretü’l-Evliya’sında, İbnü’l-Mulakkin (Hicrî 804) Tabakâtü’l-Evliya’sında Ebû Talib el Mekkî’nin hayatına hiç değinmemişlerdir. (Saklan, s.5-6) Onun hakkında çok sadra şifa olmasa da bilgi veren eserler sadece tarih kitapları olmuştur. Hatip Bağdâdî’nin (Hicrî 463) Tarîh-i Bağdat’ı (3: 89), İbnü’l-Cevzî’nin (Hicrî 597) el Muntazam fî Tarîhi’l-Mülûki ve’l-Ümem’i (9: 41), İbn Kesîr’in (Hicrî 774) el-Bidâye ve’n-Nihâye’si (9: 319), Kûtu’l-Kulûb müellifi hakkında bilgi veren tarih kitaplarından bazılarıdır.

Tarihçiler, Ebû Talib el-Mekkî’nin doğum tarihi hakkında bilgi vermemiş, doğduğu yerin de İran’ın batısındaki Cebel bölgesi olduğunu söylemişlerdir. Yine kaynaklarda bu büyük sûfînin tahsil hayatına ne zaman ve nasıl başladığı, ailesi, evlenmesi gibi hususlarda herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değildir. Elimizdeki bilgilere göre Ebû Talib el-Mekkî, hayatının ilerleyen dönemlerinde Mekke’ye hicretle, orada tasavvuf ve fıkha dair ilim tahsil etmiştir. Mekke’de uzun süre kalışından olsa gerek, Mekkî nisbetiyle anılır olmuştur. Burada, Ebû Bekir el-Acurrî ve Ebû Alî el-Kirmanî’den dersler almıştır. Ayrıca müellif kendisi de, Kûtu’l-Kulûb’ün bazı bölümlerinde hayatının Mekke döneminden bahsetmektedir. (2: 183, 192, 242, 391)

Kûtu’l-Kulûb’deki ifadelerine bakıldığında (2: 247) Ebû Talib el-Mekkî’nin de, kendi dönemindeki pek çok ehl-i ilim gibi tahsil için yolculuklara çıktığı ve bu uğurda çileli ve meşakkatli bir hayat sürmüş olduğu anlaşılmaktadır. Tarih yazarları da, onun daha gençlik yıllarında nefis mücahedesine daldığından ve çok riyazet yaptığından bahsederler. Hatta o, bir süre sadece yeşil bitkiler yiyerek riyazet yapmıştır. (İbn Hallikan, 4: 303; İbnü’l-Esîr, 9: 107) O, gezdiği beldelerde sadece tasavvufta değil, aynı zamanda Kelâm, Hadis, Fıkıh gibi diğer ilim dallarında da ilim tahsil etmiştir. Müellifin bu şekilde değişik ilimlerdeki mahareti eserinde açıkça gözükmektedir. O, bir tasavvuf klasiği sayılan eseri Kûtu’l-Kulûb’da tasavvufun yanısıra yukarıda mezkûr ilim dallarına dair de pek çok hususa temas etmiştir. Eser hakkında bilgi vermeye çalışılırken bu hususa ayrıca işaret edilecektir.

Ebû Talib el-Mekkî, Mekke’den sonra Bağdat’a geçmiş, bir müddet burada kalarak değişik âlimlerle görüşmüş, Bağdat’tan sonraki durağı ise Basra olmuştur. Basra’da Salimiye ekolünün kurucusu Ebu’l-Hasen İbn Sâlim ile tanışmış, ondan ders almış ve onun kelam ve tevhid konusundaki görüşlerini benimsemiştir. Salimiyye, Sehl İbn Abdullah et-Tüsterî’ye dayanan tasavvufî bir ekoldür. Ebû Talib, İbn Salim’in vefatından (H. 360) sonra Basra’dan tekrar Bağdat’a dönmüş ve orada vâizliğe başlamıştır. İstidradî olarak söyleyelim ki, Salimîler’in Malikî mezhebine müntesip olmalarından dolayı Ebû Talib’i (rahmetullahi aleyh) o mezhepten sayanlar olduğu gibi, onu taklide muarız düşüncelerinden ve değişik zamanlarda Malikî mezhebinin dışında ittiba ettiği bazı görüşlerden dolayı herhangi bir mezhebe nisbet etmeyenler de vardır. Hazret, bir müddet vâizlik yaptıktan sonra değişik sebeplerle vaaz vermeyi de bırakmıştır. İbn Hallikan (4: 303), çok tesirli vaazlar verdiğinden ve etrafına pek çok insanın toplandığından bahseder. Ebû Talib el-Mekkî hayatının son yıllarını değişik rahatsızlıklarla geçirmiştir (İbnü’l-Esîr, 4: 320) ve 6 Cemâziyelâhir 386 tarihinde hayata veda etmiştir. Kabri Bağdat’ta Malikiye mezarlığının doğusunda olup, hâlen de ziyaret edilebilmektedir.

 

Hocaları ve Talebeleri

Daha önce zikrettiğimiz Ebû Bekir el-Acurrî ve Ebû Alî el-Kirmanî’den başka, Ebû Bekir İbnü’l-Cellâ, Ebû Saîd İbnü’l-Arabî el-Basrî, Ahmed İbn Dahhâk ez-Zâhid, Muzaffer İbn Sehl, Ali İbn Ahmed İbn Ali, Muhammed İbn Ahmed Ebû Bekr, Ebû Talib el-Mekkî’nin hocaları arasında yer alır. (ez-Zehebî, 16: 536) Ebû Talib el-Mekkî, aynı zamanda pek çok sayıda talebe yetiştirmiş, talebelerinden bazıları şöhret bulmuştur. Ebu’l-Kasım İbn Serrât, Ebû Feth el-Hayyât, Ebû Tahir Muhammed İbn Ali el-Allâf, Abdülazîz el-Ezecî bunlardan bazılarıdır. (el-Bağdadî, 3: 89)

 

Kısaca Yaşadığı Dönem

Ebû Talib el-Mekkî’nin yaşamış olduğu Hicrî 4. asır her ne kadar Abbasi Devleti’nin bir kısım idarî zaaflarıyla ve dolayısıyla da siyasî bir kısım karışıklıklarla sarsıldığı bir dönem olsa da, ilmî ve kültürel açıdan çok velûd (bereketli) bir zaman dilimi olmuştur. Bu dönemde yukarıda isimleri geçen sûfîlerden başka, diğer ilim dallarında da pek çok âlim yetişmiştir. Tahavî (Hicrî 321), Râzî (Hicrî 327), Taberânî (Hicrî 360), Dârekutnî (Hicrî 385), bu kıymetli âlimlerden sadece bazılarıdır.

Ebû Talib el-Mekkî’nin hayatını ana hatlarıyla böylece zikrettikten sonra, şimdi de onun en kıymetli eseri olan Kûtu’l-Kulûb’dan kısaca bahsetmeye çalışalım:

 

Kûtu’l-Kulûb

Kûtu’l-Kulûb, kırk sekiz bölümden meydana gelir ve diğer tasavvuf kitaplarının ekserisine nazaran oldukça mufassal bir tasavvufî eserdir. Eserde her bir muayyen mevzû için ayrı bir bölüm tahsis edilmiş olmakla beraber, aynı konudan kitabın değişik yerlerinde de siyak ve sibaka uygun bir üslûpla bahsedildiği de vâriddir. Kanaatimizce, tasrif’ diyebileceğimiz bu husus, eserde bir eksiklik olmaktan ziyade, ona farklı bir değer kazandıran bir ayrıcalık olarak düşünülmelidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim de bu üslûbu pek çok yerde kullanmaktadır. Hadd-i zatında bir kitaba esas teşkil eden hususların birbirinden tamamen tefrik ve tecrit edilerek müstakillen arzı da neredeyse imkânsızdır.

Eserin birinci bölümünde salih amel işleme ve bunun mükâfatı üzerinde durulmuş, ikinci bölümde gece ve gündüz evrâdına dair Kur’ân-ı Kerim’den bazı âyetler herhangi bir tefsire gidilmeksizin mücerret olarak verilmiştir. Üçüncü bölümde ise mürîdin sabah namazı vaktinde yapması gereken farz ve nafile ameller Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) hayat-ı seniyyelerinden misallerle anlatılır. Müellif, bu bölümden başlayarak yirmi ikinci bölüme kadar olan kısımda, muhtelif zaman ve ahvalde mürîdin okuması gereken çeşitli dua ve virdlere geniş yer ayırmıştır. Dördüncü bölümde sabah namazından sonra okunması müstehab olan âyetler ve dualar zikredilmiş, bu kısımda Hazreti Hızır’ın, Peygamberimiz’in kendisine öğrettiğini söylediği ve İbrahim et-Teymî’ye öğrettiği söylenen bir duaya da yer verilmiştir. Beşinci bölümde ise, Peygamber Efendimiz’den mervî sabah namazından sonra okunacak dualar zikredilmiştir.

Müellif, kitabının altıncı bölümünde de mürîdin sabah namazının akabinde yapması gereken amelleri anlatır ve zikir, fikir, tefekkür konularına temas eder. Yedinci bölümde fecr-i sadıktan akşam namazına kadar okunacak yedi virdi âyet ve hadisler ışığında anlatırken, sekizinci bölümde akşam namazından fecr vaktine kadar kılınacak namazlardan bahseder. Müellifin bu bölümde ele aldığı ayrı bir konu da istiğfarın ehemmiyetidir. Dokuzuncu bölümde sabah namazının vakti, faziletleri, eda ve kazasıyla alâkalı hükümler, onuncu bölümde ise zevâl vakti ve onun nasıl tespit edileceği hakkında bilgiler yer alır.

On birinci bölümde haftanın yedi gününde ve gecesinde kılınacak namazlar, bu namazlarda okunacak âyetler ve bunların faziletleri anlatılır; evvâbin namazının fazileti ve namazı cemaatle kılmanın üstünlüğüne değinilir. On ikinci bölümde teheccüd ve vitr namazının ehemmiyeti anlatılmakta; on üçüncü bölümde ise yatarken okunacak ve teheccüd namazı için kalkan kişinin okuyacağı dualar yer almaktadır. On dördüncü bölümde gecede uykuya ve ibadete ayrılacak zaman dilimlerinin taksimi, gece ibadetine kalkan ve teheccüd kılanların vasıfları; on beşinci bölümde de Peygamber Efendimiz’in devamlı sûrette okuduğu bazı dua ve tesbihât adetleriyle beraber zikredilmekte; yine bu bölümde cemaatle namaz kılmanın faziletine tekrar değinilmekte ve tesbih namazının nasıl îfâ edileceği anlatılmaktadır.

On altıncı bölüm, Kur’ân okumanın âdâbını, bir hatm-i şerîfin ne kadar süre içerisinde tamamlanması gerektiğini, tilâveti ve tilâvet ehlinin hâllerini anlatırken, on yedinci bölüm, Kur’ân-ı Kerim’deki bazı mufassal ve garîb ifadelerin açıklamalarına yer verir. On sekizinci bölümde Kur’ân tilavetinden ve zikirden gafil olanların durumları, on dokuzuncu bölümde Kur’ân tilâvetini cehrî ve hafî okumanın ahkâmı ve aralarındaki farklar, yirminci bölümde ihya edilmesi gereken on beş gece ve bunların ihyâ keyfiyeti anlatılır.

Yirmi birinci bölüm Cuma namazının âdâb ve fazîletine ve haftanın o gününde yapılması müstehap olan evrâda ve dualara tahsis edilmiş, bu bölümde Hazreti İdris (aleyhisselâm) ve İbrahîm İbn Edhem’in (rahmetullahi aleyh) duaları özellikle zikredilmiştir. Yirmi ikinci bölümde ise oruç, onun dereceleri ve oruç tutan kimselerde bulunması gereken güzel hasletlerden bahsedilmekte ve havâssın orucu anlatılmaktadır.

Müellif Ebû Talib el-Mekkî, eserinin başından buraya kadar olan kısmında tasavvufun amelî tarafına yönelik olarak kulun değişik zaman ve ahvâlde yapması efdâl olan fiillerden, okuması gereken dua, vird ve tesbîhlerden bahsetmiştir. Tabii olarak da eserin buraya kadar olan kısmı adeta bir dua ve evrâd ü ezkâr mecmuası gibidir. Eserinin daha sonraki kısımlarında ise nefis, kalb, nefis ve kalbin hâlleri gibi, tasavvufun içe, öze yönelik taraflarından bahsedecektir.

Yirmi üçüncü bölüm, nefis muhasebesini ve içinde bulunulan vaktin yapılabilecek işlerin en hayırlısıyla değerlendirilmesi gerektiğini muşahhas misallerle anlatmakta; bu bölümde de amellerin ehemmiyetine ayrıca işaret edilmektedir. Yirmi dördüncü bölüm, mürîdlerin evrâdından, bunun artırılmasından, fakat gücünün üzerinde bir yükü kimsenin kendisine vazife addetmemesi gerektiğinden, ayrıca ilmin ve âlimin faziletlerinden bahseder. Yirmi beşinci bölümde “nefs”in tarifi yapılır; derecelerinden, onu tanıma ve ona hâkim olma yollarından, kalblerin kasvet bağlamasının sebeplerinden bahsedilir.

Yirmi altıncı bölümde murâkabe ve müşâhedeyi anlatan müellif, ikisi arasında bir mukayese yapar ve müşâhedeyi murâkabeden üstün gördüğünü ifade eder. Müridlerin mutlaka uyması gereken bir takım kurallar, sakınılması ve dikkatli olunması gereken his ve davranışlar tafsilatıyla yirmi yedinci bölümde anlatılır. Müellife göre bir mürîdde mutlaka bulunması gereken yedi vasıf şunlardır: 1- Niyet ve iradesinde doğruluk, 2- İbadete sarılmak, 3- Nefsin hâllerini bilmek, 4- Kâmil bir âlimle beraber olmak, 5- Tevbe-i nasûh ile tevbe etmek, 6- Helâl lokma yemek, 7- Daima salih arkadaşlarla beraber olmak ve bunlara muvaffak olabilmek için de açlık, uykusuzluk, sükût ve hâlvete sarılmak. Yirmi sekizinci bölümde mukarrebûn kulların murâkabesi ve yakîn ehlinin makamları âyet ve hadislere dayandırılarak anlatılmaktadır. Yirmi dokuzuncu bölümde mukarrebînin makamları, Allah’a (celle celâlühû) imanı yakîn mertebesine ulaşmış âbidlerin hâlleri zikredilir. Gaflet içinde bulunanların durumları ve gaflete düşmemenin yolları hakkında değişik malûmat da yine bu bölümde geçer. Otuzuncu bölüm ise, kalbe gelen duygu ve düşüncelerin (havâtır) izahını yaparak, bunların kısımları, isimleri, kalbin sıfatları, melekî, şeytanî duygu ve düşüncelerin tefrik yolları ve aklın düştüğü tuzaklar hakkında açıklamaların yer aldığı bölümdür.

Otuz birinci bölümde ilim, ilmin fazileti, ehl-i ilmin evsafı, vera’ sahiplerinin ve selefin ilimde takip ettikleri yol, sonrakilerin durumu, bâtın ve zâhir ilimleri, bunların mukayesesi, dünya ve âhiret âlimleri, aralarındaki farklar misalleriyle anlatılmakta, ayrıca ilimlerin tasnifi yapılarak yakîn ilminin diğer ilimlere üstünlüğüne değinilmekte ve ilim tahsilinde içine düşülmesi muhtemel handikaplardan kurtulmanın yolları gösterilerek tâlibin dikkati bunlara çekilmektedir. Otuz ikinci bölüm, yakîn, takva, tevbe, sabır, şükür, recâ, havf, zühd, tevekkül, rıza ve muhabbet gibi tasavvufun temel konularını yine âyet, hadis ve selef-i salihînin tatbikatları ışığında anlatarak, bu kavramların unsurları ve bu makamların ehli olan kimselerin sıfatlarına değinilmekte, özellikle zühd, havf ve tevekkül hakkında geniş açıklamalarda bulunmaktadır. Yine bu bölümde, zühdün hakikati, hükümleri, faziletleri zikredilmekte ve dünyanın mahiyeti hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca tevekküle de aynı şekilde geniş yer ayrılmış, esbâba sarılma, maîşet temini, tevekkül sahibinin tıbbî tedaviye yanaşması gibi Müslümanların aksi yönde ta’na uğrayageldikleri konularda sadra şifa verici düşünceler aktarılmıştır. Tevekkül ehlinin evsafı, fazîletleri de yine bu kısımda zikredilir. Otuz üçüncü bölüm de kendinden önceki iki bölüm gibi uzun bir fasıldan oluşur. Bu bölüm İslâm’ın beş esasını ele alır. Kelime-i tevhîd ve Peygamber Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) tasdik etmenin farziyeti burada anlatılır. Namaz için hazırlık, tahâret, gusül, istinca, abdest, bunların hükümleri, bunlar yapılırken okunacak dualar, namazın erkân ve adâbı, faziletleri, sünnetleri, namazda hatıra gelen düşünceler, huşû ve hudû; zekât, faziletleri, verme adâbı, oruç ve orucun fazîletleri, Peygamberimiz’e mücâveret gibi konularla alâkalı bilgiler de bu bölümde yer alır. Otuz dördüncü bölüm, “İslâm” ve “iman” terimlerinin açıklanmasına ayrılmıştır. Bu bölümde İslâm’ın ve imanın esasları, hüküm ve anlam bakımından iman ile İslâm’ın birleşmesi tafsîlatıyla açıklanıp, iman ve İslâm farklılığına dair hadisçilerin görüşleri zikredilmiştir. Otuz beşinci bölümde müellif, Ehl-i Sünnet yolunun fazîletlerinden, selef imamlarının yollarından, iman ve şeriatın esaslarından ve Müslüman olmanın gereklerinden, şartlarından bahseder.

Otuz altıncı bölümde İslâmî hayatı güzel olan bir kişinin vasıfları, amelleri, Müslüman’ın başka bir Müslüman üzerindeki hakları, bedenle ilgili bir kısım sünnetler, sünnet namazlar ve sakala dair bir kısım ahkâm anlatılır. Niyetle ilgili meseleler, amellerin terki konusu, Cennet ve Cehennem ehlinin ahvâli otuz yedinci bölümde anlatılırken, otuz sekizinci bölüm ihlâs, hakikat, niyet, ucüb konularını izah eder. Bu bölümde salih ve fasit niyet ve ucübdan sakınma yolları anlatılmış, kul için fazîletli amellerden bazıları zikredilmiştir. Otuz dokuzuncu bölüm, yemeğin azaltılmasına dair olup, böylece zamanın daha rantabl değerlendirilmesini tavsiye eder. Bu bölümde mürîdin riyazet yapması, aç kalması, açlığın fazîletleri, selef-i salihînin hayatlarından bazı misallerle anlatılır. Kırkıncı bölümde ise yeme-içme adâbı, hadîs-i serifler ışığında değerlendirilir.

Fakr da tasavvufun önemli kavramlarından birisidir. Kırk birinci bölümde bu ıstılah tafsîlâtıyla izah edilir; fazîletlerinden, fakr ehlinin avam ve havas olanlarından ve bunların sıfatlarından bahsedilir. Yine bu bölümde infak, veriliş adâbı ve selef-i salihînin bu hususta takip ettiği usûl anlatılır. Yolculuk ve adâbı, misafirin dikkat etmesi gereken hususlar kırk ikinci bölümde; imamet ve hükümleri, imamın ve ona iktida eden şahsın uyması gereken davranışlar kırk üçüncü bölümde, mü’minlerin Allah için birbirleriyle kardeş olmaları (uhuvvet), birbirlerini sevmeleri ve karşılıklı olarak birbirlerinin hukuklarını gözetmeleri, ayrıca Allah rızasına endeksli olarak yaptıkları konuşmalar (sohbet) ve bunun fazileti pek geniş olarak kırk dördüncü bölümde anlatılmaktadır. Kırk beşinci bölümde nikâh yani evlilik meselesi ele alınmış, izdivaç yapma ve yapmama ve bunların hangisinin hangi durumlarda daha efdal olduğu hususu şerhedilmiştir.

Kırk altıncı bölüm hamama girme âdâbını, kırk yedinci bölüm ticaret ile iştiğal edenlerin dikkat etmesi gereken davranışları beyan eder. Eserin son kısmı olan kırk sekizinci bölüm helâller, haramlar ve şüpheli şeyler hakkında açıklamalarda bulunur.

 

Kitabın Önemi Hakkında Birkaç Genel Mülâhaza

Görüldüğü üzere Kûtu’l-Kulûb bir tasavvuf kitabı olmasına rağmen, müellif Ebû Talib el-Mekkî bu pek kıymetli eserinde sadece tasavvufa dair konulardan bahsetmemiş, bunun yanısıra zaman zaman Fıkıh, Hadîs, Tefsir, Kelâm, Akaid ilimlerinin değişik konularına da gerek dolaylı olarak gerekse doğrudan doğruya temas etmiştir. Meselâ: 9, 10, 17, 19, 46. bölümler. Daha önce de geçtiği üzere bu husus, müellifin Tasavvuf dışındaki İslâmî ilimlere olan vukûfiyetine de en açık bir delil teşkil etmektedir.

Ebû Talib el-Mekkî, eserinde tasavvufî kavramlara daha az yer ayırmış, genel olarak tasavvufun amelî, pratik (dervişlik) yönüne ağırlık vermiş: bunu yaparken de Kur’ân âyetlerine, hadîs-i şeriflere, sahabe ve tabiînin ve kendi hocalarının sözlerine, İbrahim İbn Edhem, Hasan-ı Basrî, Zünnûn-u Mısrî, Cüneyd-i Bağdadî gibi sûfîlerin ifadelerine müracaatta bulunmuş, Arap örf ve âdetlerinden bahsetmiş, az da olsa şiirden de bir kısım istişhadlar yapmıştır. (Ayrıntı için bkz.: Saklan, s.33-40)

Kûtu’l-Kulûb, tasavvufun dervişlik yönüne daha fazla yer ayırdığından olsa gerek, aynı dönemde yazılan “el-Luma’” ve “et-Taarruf” gibi eserlerden daha fazla şöhret bulmuştur. Bu eserlerde ise kavramlar daha fazla yer tutar. Bu iki eserle birlikte Hicrî dördüncü asır İslâm tasavvufunun metot ve malzeme bakımından önemli bir kaynağını oluşturması, tasavvuf eğitimine ve mutasavvıfların Kur’ân ve sünneti anlayış keyfiyetlerini de ortaya koyması hasebiyle Kûtu’l-Kulûb çok büyük ehemmiyeti haiz bir eser olmuştur. İbn-i Hacer el-Mekkî’nin şöyle dediği rivâyet edilir: Mürşidi olmayan bir kimse şu dört kitapla amel edecek olsa, bu o kimseye kâfi gelironlar da, İmam Kuşeyrî’nin Risale’si, Ebû Talib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb’u, İmam Gazzalî’nin İhya’sı, Sühreverdî’nin Avârifü’l-Maârifi’dir.

 

Eserin Sonraki Dönemlere Tesiri

Kûtu’l-Kulûb, sonraki asırlarda gelen pek çok mutasavvıf ve ilim adamını etkilemiştir. Bu müsbet tesir sebebiyledir ki, bir çok tarihçi ve sûfî Ebû Talib el-Mekkî’den sitayişle bahsetmiş, onun zühd ve takvasını, ilmini örnek olarak göstermişlerdir. İbn-i Arabî, İbn-i Kesîr, Zehebî bunlardan sadece birkaç tanesidir. İslâm âleminin pek çok beldesine ulaşan ve oralarda yayılan bu eserden aynı zamanda pek çok tasavvuf erbabı da istifade etmiştir. Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzalî, Abdülkâdir-i Geylânî, Sühreverdî ve hâssaten Şâzeli tarikatının şeyhleri bunlar arasında yer alır. (Saklan, s.64-72)

 

Esere Yöneltilen Tenkitler

Bütün bunların yanısıra Kûtu’l-Kulûb da, tarih boyunca devam edegelen kimi nisbeten haklı addedilebilecek, kimi de haksız olduğu açık olan tenkitlerden nasibini almıştır. Bu eleştiriler genelde kelâmcılardan ve hadisçilerden gelmiştir. Onlar da Ebû Talib el-Mekkî’yi itikat konusunda sağlam ve aslı olmayan rivâyet nakletmekle ve eserinde bir kısım İsrailiyâta yer vermekle itham etmişlerdir. İbn-i Kesîr ve Hatip Bağdadî bunlardandır. Ne var ki, bu tenkitler yapılırken müellifin terğîb ve terhîb konularında zayıf hadislerle amel edilebileceği hakkındaki mülâhazası ve İsrailiyyât denilen haberleri de sadece naklettiği, bunları herhangi bir hususa delil olarak zikretmediği gözardı edilmiş ya da farkedilememiş gibidir. (Saklan, s.28-29)

 

Eserin Baskıları ve Eser Üzerine Yapılan Çalışmalar

Kûtu’l-Kulûb, sûfî müellif Ebû Talib el-Mekkî’nin tanıma imkânı bulabildiğimiz tek eseridir. Müellifin düşüncelerinin öğrenilmesinde tek kaynak olması onun kıymetini ayrıca artırmaktadır. Eserin pek çok yazma nüshası vardır. Ayrıca üzerine şerhler ve değişik çalışmalar yapılmıştır. Eserin ilk baskısı 1892 yılında Meymeniyye matbaası tarafından, en yenisi de 1995 senesinde Darü’s-Sadr tarafından yapılmıştır. (Ayrıntılı bilgi için bkz.: Y. Çiçek, Kûtu’l-Kulûb Tercümesi, s.42-43) Bundan başka bazı baskıları da mevcuttur. Birisi Yakup Çiçek, diğeri de Muharrem Tan tarafından olmak üzere Türkçemizde de iki tercümesi mevcuttur. Ayrıca, Bilal Saklan, eser hakkında doktora tezi olarak geniş bir araştırma yapmıştır.

 

Sonuç

Ruhu ve özü itibariyle Peygamber Efendimiz’den (aleyhissalâtü vesselâm) bu tarafa var olan tasavvuf, insanı, onun kalbini, hissini, şuurunu, ruhunu, sırrını, hafîsini, ahfâsını yani özünü çalışma alanı edinmesi itibariyle, insanlık var oldukça mevcudiyetini devam ettirecek bir ilim dalıdır. Nihai olarak gayesi mârifette derinleşmiş insan-ı kâmil yetiştirmek olan tasavvufun önemli mümessillerinden birisi de Kûtu’l-Kulûb sahibi büyük mutasavvıf Ebû Talib el-Mekkî’dir. Eserinde ekseriyetin ihtiyaçlarını nazara alarak, pratik faydayı gözeten Ebû Talib el-Mekkî, amelî tasavvufa daha çok yer vermiş; pek çok fıkhî meseleyi ele almasıyla da, Fıkıh ve Tasavvuf arasında var olan, var olması gereken köprüyü ortaya koymuştur. Seyr u sülûk meselesinin inceliklerine değinen müellif, havâs nezdinde de eserinin değer kazanmasını sağlamış; böylece de eseri yüzyıllar boyu ellerden düşmeyen, sünnî tasavvufun güzel bir şekilde sistematize edildiği klâsik bir kaynak olarak varlığını sürdüregelmiştir…

Bibliyoğrafya

el-Bağdadî, Hatip Ebû Bekr Ahmed b. Ali, Tarîhu Bağdat ev Medîneti’s-Selâm, 1973, Beyrut.

Çiçek Yakup, Kûtu’l-Kulûb Tercümesi, İstanbul, 1998.

İbn Hallikan, Ebu’l Abbas Şemsüddin, Vefeyâtü’l-A’yân, 1977, Beyrut.

İbn Kesîr, Imâdüddin Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1977, Beyrut.

İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Muntazam fî Tarîhi’l-Mülûki ve’l-Ümem, 1995, Beyrut.

İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebû’l Hasen Ali, el-Kâmil fi’t-Tarîh (trc., Bahar Yayınları, İstanbul, 1987).

el-Mekkî, Ebû Talib, Kûtu’l-Kulûb fî Muameleti’l-Mahbûb ve Vasf-ı Tarîki’l-Mürîd ilâ Makâmı’t-Tevhîd, 1995, Beyrut.

Saklan Bilal, Kûtu’l-Kulûb’daki Tasavvufî Hadislerin Hadis Metodolojisi Açısından Değeri, Doktora Tezi, Konya, 1989.

ez-Zehebî, Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 1983, Beyrut.

Author: Mustafa YILMAZ - min read. - Post Date: 03/21/2019